Çarşamba, Mayıs 30, 2007

ulus'taki bombalama

bu toz dumanda baki kalan soru, kimin yaptığı. bu bombalamanın kürtler'in türkiye'de bir kez ağır bir tokat yedikleri siyasal yaşama yeniden katılma çabalarına pek de katkıda bulunmadığı kesin. bunun gibi bir olay daha, kürtler'in yoğun bir kampanyayla parlamento dışında tutulmasının yolunu daha bir açar. yani, eğer kürt hareketi, monolitik bir yapı olma özelliğini az çok koruyorsa, onlar için böyle bir eylem, aptalca olur.

ama buradaki anahtar sözcük, 'monolitik'. kürtler, öcalan yakalandıktan sonra onun da katkıları ile uzunca bir süre yalpaladılar. bu yalpalamanın hala devam ettiğinin en iyi göstergesi, seçimlere nasıl bir strateji ile gireceklerine son ana kadar karar verememiş olmaları.

kararsız kalmalarının bir nedeni, güneydoğu'da kendi iktidarlarını belediyeler aracılığıyla oluşturmuş olmaları. 'iktidar' derken kastım, bir rant dağıtım mekanizmasını ele geçirme ve kullanma. bu iktidarın tadını türkiye parlamentosu'na girerek ekşitmenin gereksiz olduğunu düşünen kürt elitlerinin sayısı az değil. çünkü parlamento'da bir grup, çok yakından takip edilip açıkları aranacak, bulunamazsa sürekli tehdit altında ve pek de kısık olmayan bir ateş üstünde bekletilecek bir grup demek. malum, türk siyaseti soğanı pembeleşinceye kadar kavurmayı sever.

durum bu iken, kürtler arasındaki bir rant kavgasının tezahürünün bir patlayıcıya dönüşmesi ne kadar şaşırtıcı olabilir?

sanat yapıtının alıcısı

efes pilsen one love festival'da bu yıl kendisine headliner payesi biçilen topluluklardan biri de, brooklyn funk essentials. topluluk, türkiye'ye ilk kez o günlerde henüz taze ve enerjik olan fuji world music days çerçevesinde gelmişti. sahnede gerçekten de 'funky' idiler.

sonra o günlerde henüz alıp başını gitmeyen crossover çalışmalardan birini yaptılar laço tayfa ile. "in the buzzbag" adlı o albüm, türkiye'de çıkmış, gelmiş geçmiş en iyi çiftkültürlü crossover iş oldu. craig harris ve barbaros erköse'nin yine o günlerde yayınlanan, aynı ruha ama farklı bir janra sahip "istanbul"u ve burhan öcal'in cemaleddin tacuma ile yaptığı "groove alla turca" o kadar da tutmadı. "in the buzzbag" kıpır kıpır bir albümdü, funk'tan ska'ya uzanan batılı ritmler, trakya'nın fıkır fıkır ritmleri ile çok başarılı bir biçimde bir araya gelmişti.

sonra albüm kısıtlı bir kitleden kurtulup, istanbul'daki kulaktan kulağa mekanizmasının yardımıyla popüler oldu. istiklal caddesi dükkanlarındaki vazgeçilmez yerini aldı ve popülerliğin hakkını vermeye başladı. ama dinleyici kitlesi değiştikçe, sanki dinleme biçimi, daha doğrusu müziğin çevresindeki konnotasyon da değişti. ilginçtir, benim için bu albüm, bir sanat yapıtının yaşadıkça bitmemiş kalışının en güzel örneğidir. şimdi popülerleşmenin hakkını vermekle birlikte, bambaşka bir müzikal anlam kazandı.

o müzikal anlam çerçevesinde, iyi ya da kötü müzik yaptıklarından bağımsız olarak, hüsnü şenlendirici ile birlikte çıkacakları konsere gitmek istediğimden emin değilim.

Salı, Mayıs 22, 2007

doğan ailesinden yardım ve yataklık

yardım faslını hürriyet gazetesi, o iğrenç haberiyle yaptı. hürriyet gazetesinin ne mal olduğunu biliyoruz zaten. ama biraz daha 'duyarlı' gazete görünümünde olan milliyet de bugünlerde yataklık faslına el atmış durumda. şöyle ki:

19 mayıs günü gazetenin online versiyonunda DTP'nin Hedefi Meclis'te Güçlü Grup başlıklı bir yazı çıktı. bu yazıya yapılan yorumlardan biri, şöyle idi:

"Kürt fasistleri partisi
barzaninin, talabaninin, aponun cocuklarısınız, teröristsiniz. . demokrasi sizin neyinize? size yasam hakkı bile tanınmamalı
[09:58 - zeplnus] "

ben de bunun üzerine milliyet'in okur temsilcisine şöyle bir e-posta gönderdim:

"Yorumun özellikle son cümlesi, hukuken suç teşkil etmektedir. Anlaşılan Milliyet'in yorumlarda kullandığı bir "moderation" mekanizması yoktur, ya da bu durumda, ya gözden kaçmış, ya da anlaşılmaz bir hoşgörü uygulanmıştır.

Her koşulda, aşırı milliyetçi web sitelerinde, Hrant Dink'in ya da Hıristiyan misyonerlerinin öldürülmesinin az çok benzer bir tonda 'kutlandığını' anımsatır, Milliyet web sitesinin moderatörlerini duyarlı olmaya çağırırım.

Son olarak, Avrupa'daki gazetelerin web sitelerinde, bu tür nefret mesajları gönderen kullanıcılara uygulanan yaptırımların benzerinin bu örnekte uygulanmasını rica ederim."

doğruyu söylemek gerekirse, uyarımın dikkate alınıp mesajın silinmesini bekliyordum. ama yine de aynı yorum köşesine, yorumun yazarı olacak herife, bu yazdığının suç olduğunu ve cezai kovuşturmayı hak ettiğini belirten bir mesaj yazdım. mesajım yayınlanmadı bile.

ama bu arada, o mesaj yerinde dururken, başka bir mesaj yayımlanmış:

"[10:48 - leee_35] Bunları
bunları ve bunlar gibileri ipe takıp sallandırmak gerek"

anlaşılan milliyet gazetesinin moderatörleri de, bugünlerde asıp sallandırmalı, boğaz kesmeli, arkadan vurmalı 'milliyet'çiliğin prim yaptığına kanaat getirmiş olmalılar.

tabii, hiç şüphe yok, örneğin patrik bartholomeos bir suikaste kurban giderse, 'hain saldırı' manşetleri gelecektir. ama 'yataklık' baki kalacak.

yüzbaşı iti boku mu, fethullahçı polisin biber gazı mı?

cumhurbaşkanlığı seçimleri süresince olup bitenler hakkında çokça yazılıp çizildi. o sırada 'kronik gözleyici' konumunda bulunmamdan ötürü pek bir şey yazamadım; ama aslında yazılacak o kadar çok şey var ki.

birincisi: türkiye'de laiklik diye bir şeyin uzun süredir olmadığı, olan şeyin iktidar kavgasının muhtelif özneleri arasında olduğu açık oldu. ama bir yandan, ironik bir biçimde, tam da bu 'exposition' süresince, bu iktidar kavgası, 'laiklik' perdesinin arkasına gizlendi. sonuçta ortaya, ordunun tankın namlusunu doğrultmaktan çekinmeyeceği, mağdurun ise mağduriyetini uzatmalara götürüp 'halk'tan ekstra puan almayı umduğu tuhaf bir tablo çıktı.

türk silahlı kuvvetleri'nin türkiye'nin 'muassır medeniyetler seviyesi' hedefinin zoraki iteleyicisi olmaktan bu hedefin gereklerini eli belinde kuşkulu gözlerle tarayan bıçkın mahalle abisi konumuna evrilmesi, ibret verici. ancak bu, akp'nin hakikaten gönlümüzün mağdur kahramanlar katına yükselmeyi hakettiği anlamına gelmiyor. akp, maradona gibi, bir dünya kupası öncesinde tekmeleri yeyip sinirlendiği için kırmızı kart gören; bir sonraki dünya kupası'nda ise şahane hünerlerine elle gol atmayı ve bunu "allah'a" -kendisi tanrı demişti; ama akp'liler sevmez öyle tanrı manrı- bağlamayı ekleyen büyük futbolcu. ne de olsa bu ülkede maüdur olduktan sonra elle gol atmak bile mubah.

ancak bir yandan, türk silahlı kuvvetleri'nin tankları türkiye'nin büyük millet meclisi'ne her zaman olduğu kadar yamuk açılı, bir yandan da meclis'in içinde meclis'ten büyük bir muhafız alayı var. muhafızın hıfzı nedir, herkes bilir, kimse söylemez. bir yandan da genelkurmay başkanlığı türrkiye'nin büyyük millet meclisi'ne yürüyerek on dakika uzaklıkta. asker millet olmanın vaciplerinden biri.

bir diğeri de, melih gökçek'in iğrenç şehri ile askerlerin rekreatif yeşil alanları arasında ehven-i şer seçimi yapmak zorunda kalmak.

ya da, diyarbakır ve istanbul'dan iki örneği füzyon mutfağı yapalım: laik bir ordu'nun yaptığı darbenin hemen sonrasında yüce türk ordusu'nun yüce yüzbaşısının yüce köpeğinin bokunu mu yemeyi tercih edersiniz, yoksa takıyyeci iktidarın fethullahçı valisinin bir o kadar fethullahçı polislerinin 1 mayıs şef spesiyalitesi biber gazını mı?

en başında 'birincisi' diyerek söze başlamıştım. bunun ikincisi falan yok; tek perdelik ortaoyunu, adı da "türkiye cumhuriyeti".