Pazartesi, Temmuz 30, 2007

herkes ikiyüzlü

devranın bu denli hızlı dönmesi, bir yanılsama; ancak işi olayları günlük bir görüngüden yorumlamak olanlar, bu yanılsamanın ayırdına varamıyorlar. vakti zamanında, ana akım medyanın kurmayları, o tiksinti verici çokbilmiş tonlarıyla erdoğan'a öğüt verirlerdi. bu tonun bugünlerde islamcı gazete yazarları tarafından ödünç alındığını görmek, nedense, şaşırtmıyor. tabii, onları 'öğüt tahtası'nda chp ve lideri deniz baykal var. amiyane olacak ama, düşene bir tekme vurma fırsatını, islamcı da olsa laik de, medya kaçırmaz.

chp'yi kurtarmaya soyunan islamcılar'ın temel önerilerinden biri chp'nin 'halka yakınlaşması'. ancak hiçbiri bunu akp'nin toplumsal politika alanındaki boşlukları chp'nin doldurma yetisi kazanmaya çabalaması olarak somutlaştırmıyor. neden? çünkü hiçbirinde akp'nin, örneğin, hayırseverlik mefhumuna dayanan neoliberal yoksullukla mücadele stratejisini eleştirme niyeti yok. ne gerek var ki, adamlar zengin ya da yoksul, türkiye'nin yarısının oyunu almış.

yazılar turalar atılıyor. postmodern zamanlarda zaman daha da hızlanıyor. warhol 15 dakikalığına şöhret demişti, şimdi 15 dakikalığına tutumlarımız var. 15 dakika sonra kullandığı yılışık, yapışkan dile bakılırsa, bugünün mazlumunun yarının zalimi olması olması kaçınılmaz görünüyor.

seçimler ve sonrası

bir türlü elim gidip de yazamadım. muhtemelen bu sınıf savaşında ezilecek çimenin yine ben olduğunu bilmemden kaynaklı. ancak bir yandan da, ben henüz ilkokula başlamamışken babamı yalnızca sendika üyesi olduğu için hapse gönderen, kızkardeşimin o hapisteyken doğmasına neden, mamak'ta, diyarbakır'da mahkumlara uyguladıkları işkenceler dillere destan, türkiye'nin en örgütlü silahlı çetesinin güzel bir şamar yemesi keyif vermedi desem yalan olur. hatta bunun keyfini iki gün falan çıkardım, ta ki ecnebi basındaki 'özgürlük kahramanı akp', 'özgürlüğü tescil eden seçimler' yorumları yağmaya başlayana kadar.

uzun sözün kısası, bu savaşın bu raundunun mağlubunun sevmediğim birileri olması, galibini sevdiğim anlamına gelmiyor. iki kötü ünlü takımın maçını seyreder gibiyim.

aslında yapmakta olduğumuz bu: izlemek. kimilerinin dediği gibi, güçsüzlüğümüzden kaynaklı bir 'izleme' hali değil bu; şu andaki 'ikilik' bu olduğu için, sol ne kadar güçlü olursa olsun, bu savaşı -beylik lafları eyledikten sonra- izlemek zorunda kalacaktı.

bundan sonrasının daha 'eğlenceli' bir hal alacağı kesin. kimse mevzisini halk denilen kalabalığın bir bölümü bir 'manifestasyonda bulundu' diye öyle kolay terketmez. halkın düşüncesini değiştirmesi için çalışmalar yakın gelecekte başlar. öteki taraf da boş durmaz. birkaç çete daha ortalığa saçılır, hatta bir rütbeli asker duruma göre okkaaltına sokulur.

bu arada, pkk, yapacağı ittifaka ya da kendine biçtiği role göre eylemlerini artırır ya da azaltır. sağda solda pkk menşeili -ya da değil- bombalar patlar, bir iki kişi daha öldürülür.

çimenler, çimenler...

Salı, Temmuz 17, 2007

oyak: altı ulusalcı kaval, üstü küreselci şişhane

bankasının satışı ile 'ulusal' kimliği tartışılmaya başlanan oyak adını daha sıkça görecek gibiyiz. askerlerden zorla yapılan kesintilerle oluşturulan 'kurum', türkiye'nin üçüncü büyük holdingi. demir-çelikten mayoneze kadar türlü alanlarda yatırımı ve varlığı var. üstelik etkinlik alanı türkiye ile sınırlı değil.

bu ayki express'te yer verilen oyak çözümlemesi, 9 temmuz tarihli today's zaman'da da benzer biçimde ele alınmış. oyak, türkiye'nin -ve tabii ki türk ordusu'nun- varlığını bir rahatsızlık nedeni olarak bellediği özerk kuzey ırak yönetimi'nde en çok yatırım yapan firma. tabii bunu 'ulusal' söylemde gedik açtırmamak adına taşeron ya da paravan şirketlerle yapıyor. tüm bunların kayıtları da kuzey ırak yönetiminde duruyor. hatta erbil'deki jet pistindeki inşaatların demirlerinin iran'dan geldiğinni anlaşılması üzerine abd yönetiminin inşaatı nasıl iptal ettirip demirlerin oyak tarafından karşılanması sonrasında inşaatı yeniden başlattığını herkes biliyor.

kuzey ırak yönetimi, bu durumu avantaja çevirmek için türk silahlı kuvvetleri'nin kuzey ırak'a düzenleyeceği herhangi bir operasyonun ucunun türkiye ekonomisine dokunacağını, kürdistan yurtseverler birliği ankara temsilcisi behroz gelali ağzıyla iletti. gelali'nin açıklamasında adı geçen oyak, hızla tepki gösterdi. açıklamada "bizim demirimizi alanın o demiri nerede kullanacağını nereden bilelim?" deniyor. ancak bu açıklama, hele oyak'ın kuzey ırak'ta iş yapmak için iş yaptığı firmalar isim isim bilinirken, komik kaçıyor.

isimleri merak edenler, bu ayki express dergisine bir göz atsın.

göz atılması gereken bir başka yazı da, avrupai sosyal demokratımız zeynep göğüş'ün hürriyet'teki şu yazısı. astsubaylardan kesilen paranın asla geri ödenmemesini 'küçük bir ayrıntı' olarak niteleyen biri, kendine nerede sosyal demokrat diyebilir? bildiniz: baykal'ın başkanı olduğu bir partide! ancak göğüş, entegrasyon konusunda haklı: oyak, küresel kapitalist sisteme en iyi entegre olan türk kurumu bile olabilir. ama bunu yaparken bir yandan da ulusalcı makamdan çalması, işte orası şişhane.

Perşembe, Temmuz 12, 2007

affedişin kırılma noktaları

unutma, affetmenin bir türü olduğunda, erdeme dönüşür. acı çektirilen, şiddete maruz bırakılan, kıyılan kitleler, affetme ve unutma hakkına sahip olurlar. bu hakkı kullanıp kullanmamak, onların tasarrufundadır. güney afrika örneğinde, apartheid rejimine yıllarca maruz bırakılanlar, kurulan gerçek ve uzlaşma komiteleri sayesinde kendilerini kurban konumuna getirenler ile yeniden 'tanışmış', onları affetmiştir. soykırımdan kurtula birçok israilli ise, nüremberg vb. mahkemelerin cezalandırma süreci bittikten yıllar sonra, nazi rejimi uygulayıcı ve işbirlikçilerini yakalayıp kendi ülkelerine, israil'e getirip orada yargılamışlar ve yarı resmi bir linç ortamında idam etmişlerdir. yirminci yüzyıl israiloğlulları'nın bu tutumu, onların aynı toprakları paylaştıkları filistinliler'e nasıl davranacakları konusunda ipuçlarını, görmesini bilene, zamanında sunmuştur.

türkiye'de ise affetmek mümkün değil; çünkü affetmesi gereken insanlar henüz affetme hakkını dahi elde edememiş durumda. şiddet uygulayan, kıran, kıyan iktidar, örneğin 12 eylül'den neredeyse otuz yıl sonra, “kendimi affettirmem” diyerek ortalıkta kurumlanıyor. 2 temmuz'un üzerinden geçen on dört yılda, şu andaki hükümet yetkililerinin tek dem vurdukları, olayın üzücülüğü, onların temsil ettiği çevrelerin daha sıklıkla dile getirdiği ise, klasik 'dış mihraklar' argümanı. hani, utanmasalar, anadolu'da görmek istemediğimiz hareketler diye formüle edecekler.

affetmek demişken, aklımdan geçiredurduğum varsayımsal bir durum var. pkk yarın bir açıklama yapıp dese ki, “tamam, biz silahları bırakıp teslim olacağız, cezamızı çektikten sonra da sivil siyasete atılacağız; ancak bunun için tek bir önkoşulumuz var. 1984'te diyarbakır cezaevi'nde yaşananlar için türk silahlı kuvvetleri'nin kamuoyundan ve özellikle kürt yurttaşlarından özü,r dilemesi ve bu konuda bir gerçek ve uzlaşma komisyonu kurması” yer mi? yemez. pkk kendi savaş rantından vazgeçmez; ancak türk ordusu da özür dilemesini bilmez. özür dilemesini bilseydi, altmış yılın ciltler tutan ihlal kayıtlarını ortaya birer birer dökmesi gerekirdi, ki bu da en az bir darbe kadar zaman alacak bir iş.

peki ne olacak? affetmesi gerekene bu hak tanınmaz, affedilmesi gereken de “affedilecek bir şey yapmadım” demeye devam ederse, uçurumun kıyısından dibine olan yol uzamaz mı?”

Pazartesi, Temmuz 09, 2007

toplum hemşireleri

ana akım gazetelerin işi bugünlerde hayli zor. bir yandan artan milliyetçiliğe aslansın kaplansın muamelesi çekip, akp'yi kuzey ırak'a operasyon olasılığı ile hizaya getirmeye çalışacaklar; bir yandan da bu olasılık kuvveden fiile dökülmeye biraz yaklaşmayadursun, milliyetçiliklerinden ödün vermeden kahramanca geri çekilecek, operasyonun neden verimsiz ve anlamsız olduğunu anlatan liberal yazarlarını öne çıkaracaklar.

ip üzerindeki bu kamuoyu manipülasyonu oyununa baktıkça hem yüce yurttaşlarımın oltaya koşturan balığın zekasından daha fazlasına layık olduğunu düşünmekten vazgeçiyorum, hem de bu gazetelerin genel yayın yönetmenlerine ve çevresindeki ekibe 65 milyonu parmaklarının ucunda çevirme becerilerinden ötürü tiksintiyle karışık bir hayranlık duyuyorum. bu türlü bir kötülüğü benim aklım almıyor: acaba her sabah birbirlerine telefon edip "ertuğrul'cuğum, yarın biz biraz daha milliyetçi bir gazete çıkaracağız, siz bir günlüğüne iyi polisi oynar mısınız?" gibi laflar eyliyorlar mıdır?

ancak haberlerin çoğunda toplumu salak yerine koymanın en güzide örneklerinden birini görmek mümkün. sabah muhabiri metehan demir'in -kendisi asker artığı gazetecidir- abd türkiye büyükelçisi ross wilson'a verilen 'sert' notayı konu ettiği "son uyarıyı alan wilson şok oldu" başlıklı haberi, iyi bir örnek. sözkonusu notada, hükümet -ve kuzey ırak'a operasyon konusunda arkadan iten tsk-, yeni bir şey söylememişler. hatta, böyle bir nota, -ki malulen gazeteci demir belirtmediğine göre, bu bir nota bile değil; yani uluslararası ilişkilerde ciddiyeti tayyip'in herhangi bir gazeteye verdiği demeç kadar ancak olabilir- türkiye'yi yönetenlerin vuruşarak çekilme stratejisinin ya da abd ile çevir kazı yanmasın danışıklı dövüşünün bir parçası bile olabilir.

ama malulen gazeteci, bu tür derin çözümlemelere girmek yerine, yazdığı gazetenin ve kendi gazetecilik geçmişinin meşrebi uyarınca, düzeyli bir 'geçirdik' muhabbetini tercih ediyor. yazıya göre, mektubu alan wilson'un yüz hatları değişmiş! bizim malulen gazeteci o ana bizzat tanık olmadığına göre, ya meşrebi bu 'geçirdik' düzeyine yakın olan bir türk diplomat dostu olmalı, ya da 'sıkıyor' olmalı. ikisi de şaşırtıcı değil; ama zaten mevzu bu değil. mevzu, bir halkın özgürlüğünün kılcal damarlarına bastıktan sonra adına milliyetçilik denen oksijen maskesine nasıl mahkum edilerek ömür boyunca 'high' kalmaya, kendini milliyetçilik aracılığıyla 'iyi' hissetmeye zorlanması. oksijen tüpü bittiğinde toplum, yükselen işsizliği, toplumsal adaletsizliği, uluslar aşırı şirketlere peşkeş çekilen bir ülkeyi hisseder gibi oluyor. tam o sırada, malulen gazeteci gibi toplum hemşireleri, ellerinde yeni oksijen tüpleriyle kapıdan içeri seğirtiyorlar. yeni tüpler takılıyor, sürekli koma hali devam ediyor.