Perşembe, Eylül 27, 2007

geri dön artık

yaşamımızın beş yıldan fazlası birlikte geçti. senin tüm iyi ve kötü hallerini biliyorum. sevilmek istemediğin anların ne kadar az olduğunu, sevgiyi karşılıksız, katışıksız, en güzel haliyle sunuşunu, ben ortalıkta olmayınca nasıl üzüldüğünü, beni görünce nasıl sevindiğini, yemyeşil güzel gözlerindeki asla yitmeyen şaşkınlığı...

seni evime aldığım zamanı anımsıyorum, tüm istiklal caddesi'ni montumun içinde, endişe ve merak karışımı bir ruh haliyle geçirmiştin.

eski evin kömürlüğüne yaptığın kaçışları anımsıyorum, bir de çöp kamyonunun sesinden korkup da birinci kattan düşüşünü. ezgi seni hemen apartmanın dibindeki arabanın altında alınmayı beklerken bulmuştu.

bu eve ilk taşındığımızda yaşadığın şoku anımsıyorum, bir de havaalanındaki sessiz, uysal halini.

uzun zaman önce kızmayı bırakmıştım sana, kabın dışına sıçmayı sevdiğin için. mutfağa ve balkona selamsız sabahsız dalışına da alışmıştım, ama sanırım dışarıya olan bu merakın aldı seni benden.

bütün arabaların altına, kömürlüğe, en üst kattaki asansör odasına, her yere defalarca baktım, yoksun. her kedi sesi duyduğumda oturduğum yerden fırlayıp sokağa bakıyorum o sesin senin sesin olmadığın bildiğim halde. yalnızca kedi sesleri mi, oynayan çocuk sesleri de, belki biri seni bulmuştur diye.

fotoğrafına bakıyorum şimdi, yukon gözlerini kapatmış keyifle, sen daha bir keyifle, ona bakıyorsun. mutlusun işte, belki de bir insanın yaşamında olamayacağı kadar.

dön be güzelim, yaşamımın sensiz iki günü geçmedi daha, ama iki gözüm iki çeşme bu iki gündür, inan. seni nasıl sevdiğimi biliyorsun, hadi, yolunu bul da dön. dön de en azından bir insan, senin kadar mutlu olabilsin.

Çarşamba, Eylül 26, 2007

patti smith

kaçırdığım için üzüldüğüm tek konserdi, ama yıllar sonra telafi ettim. "redondo beach" ile başladı, sonra tüm klasiklerini çalıp söyledi: "beneath the southern cross", "pissing in a river", "because the night", yenilerden "my blakean year", "the peaceable kingdom", meşhur coverlar, rolling stones'dan "street fighting man", t-rex'ten "children of the revolution" ve nirvana'dan "smells like teen spirit". konserin sonunda "gloria", biste ise "people have the power" ve ardından "rock'n roll nigger". ölsem yiyeceğim gamlardan biri daha azaldı.

bir de, tüm performans bir yana, kadının yüzüne nur çökmüş. yüzüne bakıp bakıp hislendim. gerçi o derin buz mavisi gözleri, allen ginsberg'in şiirini okumak için taktığı ağır hipermetrop gözlüklerinin ardında bir kereliğine kayboldu, ama olur o kadar. gönül ister ki "people have the power"ın belediye hoparlörlerinden çalacağı günler gelsin. ama bir an önce gelsin.

Pazartesi, Eylül 24, 2007

nemlendirici

'mahalle baskısı' tartışmalarını bıkarak izliyorum. muktedirlerden akp'ye mesaj, "yüzde 47 oy alman bir şey ifade etmez, bak biz buradayız."; akp'den de muktedirlere yanıt, "bundan böyle türkiye farklı bir yer, haddinizi bilin." muktedirler ayağının bu seferki sözcüsü, tsk değil. önce yök, ardından da yargıtay, zaten bildiğimiz konumlarını yineledi; ancak onlara bugüne kadar akp'nin hayrına çalıştığı tüsiad da katıldı. yoklama yapıyoruz, eksik yok. tsk raporlu, liberaller iki arada bir derede, kalan mevcutlu.

ancak bu tür tartışmalarda olduğu gibi, iki tarafın da sormaktan / yanıtlamaktan kaçındığı sorular var. işin kötüsü, muktedirler yanlış soruyu sorunca ikinci bir soruya yer kalmıyor. başörtüsü çevresinde dönen tartışmalar, anayasa'nın 12 eylül anayasası'ndan aslında ne kadar farklı olduğu sorusunu sormamızı engelliyor.

çok şükür, radikal iki gündür bu soruyu sorup yanıtlar veriyor. deniz zeyrek'in haberi ile neşe düzel'in yeşim arat ile söyleşisi, soluk verdi. yıldırım türker'in yazısı ise, 'mahalle baskısı'ndan söz edip yeni mağdurluğa soyunanların içyüzünü faş etti, bir kez daha. iki cami arasında binamaz konumunda, iki kötü arasında seçim yapmak zorunda olmadığımızı anımsatan sözlerdi bunlar.

bu sözlere ileride çok ihtiyacımız olacak.

nemlendirici? eve bir hava nemlendiricisi aldım. mahalle baskısı ile ilgisi yok, benim evin havasının türkiye'nin havasına ne kadar benzediği ile var.

Pazar, Eylül 09, 2007

tatil

tatilin en güzel tarafı, günlük haberlerden uzak kalıp kafayı dinlemek. umberto eco'nun söylediği bir söz, benim adeta mottom: haber dünyanın en tehlikeli şeyidir der eco. yalnızca kullandığı dil itibarıyla değil, insanın algısını dün ile bugün arasında bir yerlere sıkıştırması, görüngü noksanlığına neden olması yüzünden de.

ben bu haberlerden yaklaşık bir haftadır uzağım. tatilime rock'n coke festivalindeki güzel konserler ile başladım. özellikle chris cornell ve manic street preachers, festivalin benim için iki sebebi, çok iyiydi. hadi chris cornell, yılların seattle müzisyeni, ondan zaten iyi bir şey bekliyor insan; ancak manic street preachers, brit konser geleneğinden beklemediğim ölçüde iyiydi ve rock'tı.

kötüler ise, ilgilenmediğim olağan kötüler -pentagram, özlem tekin ve rashit teoman kuplesi- dışında, smashing pumpkins ve franz ferdinand'dı. insana tuhaf geliyor, manic street preachers'ın olduğu yerde franz ferdinand'ın headliner olması; ama rock liyakata ve 'iyi'liğe göre ölçülmüyor. ne kadar dansettiriyorsan headliner olmaya da o kadar yakınsın.

iki kocaman bravo da hayko cepkin ve within temptation'a gider. hayko cepkin, her yerde izlenmesi gereken bir şahsiyet, ikna oldum.

sonra da tatil için güney'e, kaş'a geldim. kaş'ı kimseye anlatacak halim yok; ancak tatilin en güzel tarafı, nerede olduğundan çok, belki de nerede omadığın. gazete okumuyorum, haberlerden haberim yok. abdullah gül'ün karısının başörtüsü beni hiç mi hiç ilgilendirmiyor. şu andaki tek sorunum, yarın rüzgar olup olmayacağı.

kaş'ın en güzel tarafını söylemeden edemeyeceğim: munis ve güzel ve kedi ve köpekleri. belki ileride sevgilimin çektiği fotoğraflardan bir seçki yaparım. burada da bir mama aldık ve 'pet benefactor' olduk, o kadar yani.

abdullah gül mü dediniz? hah hah hah!!! umberto eco derim.