Pazar, Nisan 13, 2008

biraz bacak biraz göğüs

italyan sanatçı pippa bacca'nın tecavüz edilip öldürülmesi üzerine bugünkü gazeteleri eline alan biraz dikkatli bir okuyucu, sahtekarlığın bu kadarına karşı böğürmek isteyebilir.

ana akım gazetelerin hemen hepsi, bu hunhar olaya karşı bir toplumsal duygusal infial yaratma kampanyasında dün akşamdan itibaren ön saflara yazıldılar. tabii, bu olayın "konuksever türkiye imajını ne kadar zedeleyeceği" ve "münferitliği", bizim temcit teranelerimiz.

velhasıl, görmezden geldiğimiz gerçekler "tüm çıplaklığı" ile bize bu gazetelerin kalanında eşlik ediyor. hürriyet'in, sabah'ın, akşam'ın arka sayfa güzellerine son zamanlarda iç sayfa güzelleri de eklenmeye başladı. fatih çekirge'nin yönetimindeki hürriyet web sitesinin aşama aşama soft-porn bir siteye döndüğüne de şahit olduk. milliyet gibi sözümona 'ciddi' bir gazete bile web sitesinde "güzelleri hiç böyle görmediniz" yollu kalıcı linklerden vazgeçemiyor. zaten hürriyet'in adını anmaya değmez yayın yönetmeninin arka sayfa güzellerinin seçimini kendisinin yaptığı böbürlenmesi, tiksintiler galerimize -kendisinin o galeride retrospektifi var- çoktan girmişti.

uzun uzun kuram anlatmaya gerek yok. tüm bu biraz bacak biraz göğüs politikası, cinsel eğitimi olmayan, muhafazakar toplum tarafından cendereye alınmış yurdum erkeğine sahte bir görsel cennet sunuyor. yol kenarında gelinlikle otostop çeken bir kadın, bu ana akım gazetelerden birinde fanteziye dönüştürülmeye ne kadar yatkın bir öykü oysa, öyle değil mi? ama işin içinde kriminal, hem de uluslararası bir durum olunca, temcit tencereleri büyük bir hızla çıkarılıveriyor. kınamalar utanmalar gırla.

bu sahtekarlık, bu şark kurnazlığı, bu ikiyüzlülük... ne diyeceğimi bilemiyorum.

Cuma, Nisan 11, 2008

bana ne!

anayasa mahkemesi'nin AKP'nin kapatılması davasının görülmesini kabulü, şimdilik bir şey ifade etmiyor. nihayetinde, mülakatlar hazırlandıktan sonra dosya yeniden liberal görüşleriyle bilinen raportörün önüne gelecek. (osman can, vicdani ret üzerine radikal'de yazdığı yazılarla bilinir)

ama sorun bu mu? bu iş bu raddeye gelmeden, AKP'nin anayasa değişikliğini yapmasıyla, türkiye'nin anti-demokratik yapısının önemli yapıtaşlarından biri olan siyasi partiler yasası'nı değiştirmesiyle çözülebiirdi. sonuçta bu adamlar, tartışılamayacak bir meşruiyet ile altı yıldan uzun süredir işbaşındalar. ama ab'nin ittirdiği durumlar dışında, bir demokratik açılımları bile olmadı. hatta adalet bakanları, ermeni konferansı düzenleyenleri meclis kürsüsünden ihanet ile suçlayarak, 301 konusunda 'uygulamayı görelim' diye direterek, hrant dink'in öldürülmesine giden yolların kaldırımlarını elleriyle döşedi. cemil çiçek, zaten 'eski' bir faşist, o kendisine düşeni yaptı. ancak akp'den demokratikleşme adına hala umutlu olanların bu umudunun tek kaynağı olabilir, o da çaresizlik.

kimse kusura bakmasın ama şu anda oynanmakta olan ortaoyununda kendimi taraf gibi hissetmiyorum. sınıf/güç savaşında kural mural tanımadan birbirine girişenleri ne ayırırım, ne de kavgaya dalarım. ancak, belki, uzaktan müstehzi bir edayla bağırırım: "durun, siz kardeşsiniz!"

***

bu arada, ab temsilcilerinin peşpeşe açıklamaları da ayrı bir salaklık. akp demokratikleşme adına bu ülkede ne yaptı? tek yaptığı, ordu'nun ülkedeki egemenliğine karşı direnmek; ama bunun demokrasi kahramanlığı mı, yoksa temsil ettiği sınıfın iktidarda hakkaniyetli temsiliyeti için mi olup olmadığını, 301 gibi konulardan anlayamayacak kadar naif mi bu adamlar?

ayrıca, yargının şu ana kadar yaptığı her şey, ulusal yasalara uygun. o yasaları değiştirebilecek güç akp'deyken, akp dtp'nin kapatılması, güneydoğu'nun kendine kalması umuduyla o yasaları değiştirmeye yanaşmadı. şimdi şemsiyeyi açmaya uğraşıyorlar. ama o şemsiyeyi açmanın tek yolu, yasayı değiştirmek, ve kendine değil, başkalarına da özgürlük isteyecek kadar demokrat olmak. eğer demokrat olamıyorsan, üzgünüm, benim kapsama alanımda değilsin, kapanıp kapanmaman da beni ilgilendirmiyor.

Salı, Nisan 08, 2008

sulukule'nin hali, akp'nin hali

öncelikle ikisi arasında pek bir benzerlik yok. hatta bol bol karşıtlık var.

sulukule, akp olmayan hemen her şeyi temsil ediyor.
sulukule tozlu, pasaklı ve eski; akp ise zeitgeist'e uygun ve cilalı.
sulukule ihmal edilmiş, akp ise yükselen burjuvazinin ilk adresi.
sulukule en dıştakileri temsil ediyor, akp ise içtekileri.
sulukule, sistemin sevmediği bir etnik grubun ikamet alanı; akp ise sistemin üzerine kurulu olduğu sünni müslümanlık'ın ilk adresi.
sulukule, tüm dertlerine, suç oranına, güvensizliğe rağmen içtenlik, müzik, eğlence demek. akp ise tüm yıvış yıvış müreffehliğine rağmen, zevksizlik, nobranlık, tahammülsüzlük ve ikiyüzlülük demek.

ancak bir benzerlik var ki, can yakıcı. neoliberal sistemin daha fazla rant, bir diğer deyişle sistemin daha verimli işlemesi için, hem de romanlar gününde sulukule'ye yığdığı buldozerler, birkaç ay içinde akp'ye de uğrayacak gibi. yine aynı gerekçelerle tabii.

o zaman ben 'liberal ilkeleri' değil, sulukule'de evleri yıkılanları anımsayacağım.