Cuma, Ağustos 31, 2007

milliyetçilik böyle bir şey

şu andaki akp-ordu peşrevinin konjonktürü mü, yoksa genelgeçer bir 'ulusçuluk' hali mi, ona karar veremedim; ama genelkurmay başkanı yaşar büyükanıt'ın erken doğan 30 ağustos bildirisindeki tona dikkat kesilmeden edemedim.

ilk paragraftaki 'yüce türk ulusu' her ulusun gereksindiği bir 'ayna ayna güzel ayna' olsa gerekir diye düşünürken, ilerleyen paragraflarda bu aynanın kahkaha aynasına dönüşmesini adım adım okuyorum:

"(...)Türk ulusunun 'doğuştan taşıdığı kabiliyet ve kudret' ile şekillenen"

bu tondaki içkin ırkçılık, türkler'e mahsus değil. ulus denen zehir, böyle 'self fulfilling prophecy'lere gereksinim duyuyor. ancak dünyada hangi ulusların bunu ritüel zemininden gerçekliğe taşımaya bizi kadar müsait olduğu, tabii ki bir araştırma ve tartışma konusu.

merak ettiğim bir konu da şu: diyelim ki, büyükanıt'la bir ortamda bir araya geldik. ben ona bir topluluğun doğuştan özelliklerinin olduğunu savunmanın siyasi sakıncaları bir yana, bilimsel olmadığını, hatta biraz da gaza getirmek amacıyla, atatürk'ün öngördüğü bilimsellikten uzak bir yaklaşım olduğunu söylesem acaba ne der? tabii ki atatürk'ün "muhtaç olduğun kudret" sözünü anımsatır. neymiş, ulusçuluk da çevresinde bir dogmalar örgüsü bulunan bir din imiş.

"(...)Atatürk'ün İlke ve Devrimleriyle kurulan Türkiye Cumhuriyeti'ni sonsuza kadar yaşatacak dinamik gücün temeli olmaya devam edecektir."

"sonsuz", ne kadar çekici bir sözcük!

kahkaha aynası demiştik. kendini olduğundan uzun ve heybetli görmek için iyi bir yol. yalnız, sen şişinirken, dua et de yanındakiler senin aynadaki çarpıtılmış imgene gülmeye devam etsin, şişinen sana değil.

Çarşamba, Ağustos 01, 2007

tiksinmeye devam

iktidar olma hali dönüştürmez insanları. iktidar olabilme olasılığı dönüştürmeye başlar, çok zaman önce. tepeye yaklaşılan her adımda, bir zamanlar samimi bulmadığınız, yöntemlerinden nefret ettiğiniz, tiksindiğiniz insanlar gibi olduğunuzu fark edersiniz. erken fark eden çok az olsa gerekir; çünkü iktidara yaklaşıp da onun yılışık dilini benimsemeyen az kişi vardır.

zaman gazetesinin fethullah gülen'in mülayim gazetesi olarak yola çıktığı günden bugüne epey zaman geçti. şimdi, türkiye'nin en çok dağıtılan üç gazetesinden biri, ve iyi bir referans gazetesi olduğunu iddia ediyor. ancak popülerleştikçe, o imtina ettiği hürriyet gazetesinin dilini benimsiyor. kastım, 'laik' söylem değil, belaltı vurma potansiyeli.

birkaç gün önce nesin vakfı'nın şirince köyü'ndeki matematik enstitüsü'nün inşaatının kaçak olduğu için mühürlendiği haberleri gazetelere yansımıştı. , bunu kötü niyetten değil; ancak dalgınlıktan kaynaklı bir hareket olarak yorumlamış, bu yüzden de başlığını atmıştı. ali nesin de kesilen para cezasını ödeyeceklerini, mührün kaldırılması içni avukatının gerekli mercilere başvurduğunu söylemişti.

ama zaman gazetesinin acar taşra muhabiri, olayı takip etmeyi sürdürmüş ve eğitimin mühürlenen kampta devam ettiği sonucuna varmış. hepsi bir yana, özellikle fotoğrafaltına ve son cümleye dikkatinizi çekerim: "bu arada matematik için bir araya gelen öğrencilerin el arabalarıyla kampa taşıdıkları bira kutuları dikkat çekti." sanki oraya gelen öğrencilerin tek derdi, akşama kadar bira içip sızmakmış gibi. bu nasıl tiksinti verici bir dildir, bu ne menem bir linç arzusudur, benim dimağım almıyor. sanki muhabir, elinde olsa izmir'deki 'mütedeyyin' ahaliyi gaza getirip ellerine birer de kibrit tutuşturacak. öyle ya, izmir'in ne eksiği var sivas'tan!

ötekine tahammülsüzlük , hürriyet ile zaman'ı aslında aynı kılıyor. onlar, düşman kardeşler. ama yine de, ille de, 'aynı nesebin dölleri'.