Pazartesi, Ekim 13, 2008

kırmızı pazartesi: dink cinayeti

bugün istanbul'da Hrant Dink'i öldürdüğü iddia edilenlerin sanık sandalyesinde oturduğu davanın bir duruşması daha yapılacak. sizi bilmem, ama ben mübaşir olup da sanık sandalyesinde o salak tüysüzü görsem kocaman bir s*ktir çeker, aşağıdaki minik kronolojide okuyacağınız isimleri birer birer çığırmaya başlardım:

* 6 şubat 2004: Hrant Dink, Agos'ta atatürk'ün manevi kızı sabiha gökçen'in ermeni kökenli olabileceğine dair bir yazı yazar. bu yazı, kimsenin dikkatini çekmez, ta ki...

* 21 şubat 2004: hürriyet gazetesi, agos'un haberini haber yaparak işaret fişeğini fırlatır. ertesi gün, yurdun dört bir yanındaki faşist yerel ve ulusal gazetelerin nasıl bir kampanya başlattığını görmek için internet'i taramanız yeterli.

* 22 şubat 2004: şu anda hapiste olan darbe sanığı generallerimizden hurşit tolon, bir basın toplantısında dink'in yazısını ağır bir dille kınar. ikinci işaret fişeği.

* 23 şubat 2004: hrant dink, istanbul valiliği'ne çağrılır. vali yardımcısı ergün güngör kendisine dikkatli olmasını, başına bin türlü şey gelebileceğini söyler.

* 24 şubat 2004: yeniçağ başta olmak üzere bazı faşist gazetelerde dink'in haftalar öne yazdığı bir yazıdan alınan şu cümle alıntılanır: "Türk'ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermenilerin, Ermenistan'la kuracağı asil damarında mevcuttur."

* mart 2004: kerinçsiz tayfası, dink hakkında suç duyurusunda bulunur.

* nisan 2004: dink aleyhine "türklüğe hakaretten" dava açılır.bu oyunun ikinci perdesini biliyorsunuz. yeni oyuncular girer: erhan tuncel, yasin hayal, ogün samast, ramazan akyürek, ali öz. ilk perdeeki oyuncular da bu arada sessizce sahneden çekilir.

her politik davada gördüğümüz kalıp, bu davada da kendini gösteriyor: devlet, kendi memurunu koruyor. ergün güngör hala istanbul vali yardımcısı. ali öz, keyfekeder: kendisini davet eden tbmm soruşturma komisyonu'na s*ktiri uygun bir dille çekiyor. tolon'un bu dava ile bağlantısını kurmaya kimse çabalamıyor. -darbecilik suçlaması ile hapiste olması bile bu ülkede bir devrim sayılır ya, neyse-.

yukarıdaki kronolojinin rastlantısal bir dizim olduğunu düşünmek için ya aptal ya da kötü niyetli olmak gerekir. ikisi de değilseniz, sanık sandalyesinde oturması gereken asıl isimlerin kimler olduğu sorusunun yanıtını kronolojinin içinde bulabilirsiniz.

bu davanın bir yere gideceğini düşünen varsa, onun iyi niyetine gülerim. dink davasından bir şey çıkma olasılığı zor. marquez'in kırmızı pazartesi'ne devleti katın, bıçağı da onun eline verin, dink cinayeti odur. devlet savcı, devlet yargıç ise, devlet sanık olmaz. birkaç çocuk olur. ali öz gibi hepi topu albay rütbesine sahip veletlerine bile dokundurtmaz.

ben devletin sanık olacağı günleri bekliyorum. sanık, sonra da mahkum. dört gözle.

Cuma, Ağustos 29, 2008

bu ismi izleyin

eski ege ordusu, şimdiki kara kuvvetleri komutanı, müstakbel genelkurmay başkanı ışık koşaner'in iki gün önce yaptığı özgürlük ve güvenlik arasındaki terazinin güvenlik kefesine ağırlık konması çağrısı ve alt kimlik ve kültürel çeşitlilik söylemlerinin devlete zarar verdiği belirlemesini yanyana koyunca aklınıza hangi ideoloji geliyorsa, kendisinin o ideolojinin hakkını muhtelif görevlerinde verdiğinden hiç şüphem yok. önceki yazılarımdan birinde yazmıştım, buyrun kendisinin şeceresini dikkatle inceleyin.

neyse ki, basın bu ülkede eskisi kadar şakşakçı ve pısırık değil. koşaner aynı konuşmayı on yıl önce yapmış olsaydı, muhterem basınımızın hürmetli mensupları ayaklarını öpmek için sıraya dizilirlerdi. şimdi hem basın, hem de sivil toplum daha cesur tepkiler verebiliyor.

ege ordusu misyonerlere dönük istihbarat raporlarını hazırlar ve misyoner cinayetlerinin önünü açarken, o ordu'nun komutanının kim olduğunu anımsatmaya gerek yoktur sanırım. önceki yazımda yazdığım gibi, parçaları bir araya getirmek, kimin hangi ideolojiyi benimsediğini göstermeye yetiyor.

Perşembe, Ağustos 28, 2008

faydalı aptallar ve liberal salyalar -II-

ilk bölümde, liberal demokratların sosyalist solun bir kısmı ile 'düzeyli muhabbetine' değindim. dileğim, mahçupyan'ın saruhan uluç'un yazısının sonunda değindiği kefe dengesizliğinin farkına varması, ama mahçupyan'ın saldırgan kişiliğini düşününce pek de umutlu olamıyorum.

neyse ki mahçupyan bugünlerde kendisini gazetesinde pek de yalnız hissetmiyor olsa gerek. aynı yöntem ve perspektif yoksunluğundan muzdarip isimler, bir süredir inciler döktürüp duruyorlar. örneğin birgün solculuğuna 'mesafesini' saklamayan genç sivil yazarlarımızdan yıldıray oğur, akp'nin demokratlık ile ilişkisini kemalettin tuğcu leksikonuna yaslanarak açıklıyor. oğur'a göre, akp'nin demokratlığı, ülkedeki demokratlık çıtasının düşüklüğü ile ilgili bir durum. akp'nin kitle partisi olması, kendisini herhangi bir sınıfsal analizden muaf kılıyor olmalı ki, sözcüğün esamesi bile okunmuyor. varsa yoksa zoraki de olsa iyi demokratlar ve kötü otoriterler. öyle olunca da, kullanılan metaforlar şu kadar çiğleşebiliyor: "sokaklara düşmüş, kimsenin sahip çıkmadığı, cami önüne bırakılmış demokratlığı AKP kucağında buldu, sahip çıktı, kalacak yer, yemek ve üst baş verdi."

benim anlamadığım, hadi marksist düşünürlerin sek demokrasiye mesafesinden, mesafeyi azaltmak isteyenlerin sınıf soslu çabalarından dolayı solculuk ile bir dertleri var; ama bu adamlar bir habermas, bir foucault da mı okumaz? demokratlıktan söz eden, dünyadaki siyasi gelişmeleri tarihsel bir görüngü çerçevesinde yorumlama iddiasında olan herhangi biri, nasıl olur da kendinden menkul bir demokratlığın belki bir rawls dünyasının naifliği dışında hiçbir yerde mevcut olmadığını göremeyecek kadar kör olabilir?

bu körlüğün bir yetisizlik değil, bir tercih olduğunu görmek için, şu yazıyı okumanızı öneririm. şubat'tan beri süregelen tartışmalarda ertem'in ortaya attığı 'ırkçılık' suçlaması ile ahlaki üstünlüğün kendisine geçtiğini düşünen liberaller, gemi azıya aldı. liberal geleneğin sol geçmişiyle hesaplaşması gerektiğini düşünen genç sivillerden rasim ozan kütahyalı, bunun için evrensel sola giydirmeye ihtiyaç olduğunu keşfetmiş olmalı: "Dahası, gelin kimse kendini kandırmasın, bu dandik etnik Türk sol örneğini bir yana bırakalım; özgürlükçü ve demokrat bir duruş, Batılı sol geleneğin dahi entelektüel köklerine, solun entelektüel tarihinin anadamarlarına yabancıdır."

kütahyalı, 21. yüzyılın görece dünyasının en güzel ürünlerinden biri. bir önceki yüzyılın güzelliği, felsefe alanında cesaret ile zevzekliğin arasındaki çizginin kalın olmasıydı. liberallerle demokratlığın kurgusallık ölçüsünü, demokrasinin kendi içinde bir amaç olmasının sakıncalarını, özgürlüğün eşitlik gibi bir 'stabilizör' ile yanyana gelmediğinde ne kadar efektif ve mutlak olabileceğini daha entelektüel bir düzeyde tartışmayı isterdim; ama bu ülkenin düşünsel geleneğinden gelen solcuları ne kadar 'kalın' ise, doğum sancılarını yeni yeni yaşayan liberalleri de o kadar kalın. tıpkı solcuların 1960'larda yaptığı gibi, kendi varoluşlarını ancak başkalarına söverek anlamlandırabiliyorlar. büyümelerini dilemekten başka bir şey gelmiyor elimizden.

faydalı aptallar ve liberal salyalar -I-

liberal demokratlar, ergenekon soruşturmasında sosyalist soldan bekledikleri desteği göremeyince çok bozuldular. öyle ki, bu bozuntu hali, çirkin saldırılara kadar vardı.

aslında liberal demokratlar ile sosyalistler arasındaki kırılma, melih pekdemir'in şubat ayında birgün'de yazdığı "özgürlükçüyüz ama salak değiliz" yazısı ile başlamıştı. pekdemir, yazısında islamcılar'ın samimiyetini sorguluyor, "özgürlüğün, ancak bütüncül ve izafi ve eşitliğe tabi olarak kullanıma açık olduğu ölçüde çoğulcu olabileceğini" söylüyor, samimiyetin ancak böyle bir yaklaşımla, örneğin diyanet işleri başkanlığı'nın kaldırılmasının ve aleviler'e ibadet özgürlüğü tanınmasının da aynı 'paket' içerisinde sunulmasıyla onanabileceğini söylüyordu. pekdemir'in yazısındaki 'laik' tonlar bir yana, bu argümanların haklılık payını yadsımak kolay değil.

ancak 'salak' sözcüğü liberallere koymuş olmalı. öyle ya, akp'nin otoriter özünü görüp de, öne sürdüğü özgürlükçü yaklaşımlara, herhangi bir sınıfsal okuma, bırakın sınıfsalı, herhangi bir nedensel yaklaşım getirmeden, liberal ahlaki ilkeler doğrultusunda koşulsuz evet demek, "kalanına sonra bakarız" yaklaşımının içinde bir salaklık içerip içermediği, en katıksız liberalin bile kendine sormaktan imtina edemeyeceği bir soru olsa gerek. -bunu sormayanların gerçekten salak olduğuna ise benim nezdimde şüphe yok-

liberaller, 'salak' yaftasının öcünü almak için, ergenekon soruşturmasının birgün gazetesinin "yiyin birbirinizi" manşetiyle çıkmasını beklediler. doğrusu, soruşturmadaki bütün nüansları bir çırpıda yok eden bu manşet, hayli aculdu; ancak bu süreçte akp'nin soruşturmayı 'laiklere' karşı bir koza dönüştürmesinin yalnızca soruşturulan laikler ve onların destekçi kitleleri tarafından duyulan bir endişe olmadığını göstermesi açısından da önemliydi.

bu manşet, taraf gazetesi çevresinde kümelenen liberallere istedikleri kozu verdi. bundan sonra polemikler, aynı acullukta suçlamalar gırla gitti. tüm bu polemikler ise taraf gazetesinden cemil ertem'in aktardığı bir olay ile bambaşka bir boyuta ulaştı. ertem'e göre, birgün gazetesinin yönetim kurulundaki birileri, hrant dink için "atın bu ermeni'yi" demişlerdi. sözkonusu olan 'demokratlığın' sosyalistlere karşı savunusu olunca terbiye sınırlarını aşmakta beis görmeyen etyen mahçupyan, önüne arkasına bakmadan, ertem'in bu alıntısına balıklama atladı. "sahte dostlar" başlıklı yazının içeriğinde iddialı belirlemeler var, örneğin türkiye solunun bırakın milliyetçilik, ırkçılıkla hesaplaşmasının henüz bitmediği gibi belirlemeler. bence yerinde bir belirleme, ancak mahçupyan her zaman yaptığını yapıp tüm solu bir potaya koyuyor. bunu da bilmediğinden değil, oynanan polemik oyununda bir kart fazladan almak için yapıyor. malum, böyle yaparsanız, muhatabınızı açıklama yapmaya, savunma konumuna geçmeye zorlarsınız. mahçupyan, bu pis oyunu oynuyor, iyi de oynuyor. üstelik bunu yaparken asıl terbiyesizliği, başlıktaki tahakkümcü dil. kim kimin sahte dostu? mahçupyan, yazıdan anlaşıldığı üzre, ermeniler / gayrımüslim azınlıklar ile sol arasındaki ilişkiden söz ediyor. ama mahçupyan'a bu azınlıkları temsil hakkını kim ne zaman verdi? agos'un yayın yönetmeni olmanın kendisine böyle bir temsiliyet verdiğini düşünüyor olmalı -zaten bu hissi taşıdığını nişanyan vakasındaki yazılarında kullandığı dilde de görmüştük-. bu temsiliyet yanılsamasına pervasızca yaslanan birinin 'iktidar' üzerine ahkam kesmesinin ironisini bir yana bırakalım. ikinci olasılık ise, türkiye solu ile türkiye liberalleri arasındaki dostluk olabilir ki, böyle bir dostluğun ontolojik, hatta epistemolojik olarak koşulsuz / içkin olup olmadığını tartışalım öyleyse. ergenekon soruşturmasına sınıfsal bir perspektiften bakmayı zul gören 'demokrat'lar ile ben dost olmak zorunda mıyım? bu ülkedeki aşırı otoriter / militarist yönetimlerin yarattığı ittifaklar olabilir, ama müttefik demek, dost demek değil, o yüzden mahçupyan hayal kırıklığı yaşıyorsa, kendi tanımlamalarını gözden geçirsin.

birgün gazetesi, mahçupyan'a bu sataşmaya karşı hakettiği dilden bir yanıt vermekte gecikmedi. dink ile kızılkaya'nın gazete yazarlıklarına son vermek isteyen birileri vardı, ama bunun nedeni, türkiye solunda sıkça görülen bir kalınlık olan sınıfsal analiz fetişi idi: kendileri sınıfsal perspektiften yazmdığı içni bu gazetede yerleri olmamalıydı. neyse ki bu öneri reddedilmiş. şimdi, bu kalınlığı eleştirmek elzem, ama buradan ırkçılık çıkarmak için ya temel analitik hasletlerden yoksun olmak gerek, ya da belden aşağı vurmak için uygun bir fırsatın ele geçtiğini düşünmek. iyisi mi mahçupyan, üçüncü bir olasılık biliyorsa bizi aydınlatsın.

Pazartesi, Ağustos 18, 2008

bir garip ordu

Ege Ordusu adıyla da bilinen, 4. Ordu'nun tuhaf yapısından önce Cemil Ertem'in yazısı sayesinde haberdar oldum. Ege Ordusu, 1975'te, Yunan tehdidine karşı kurulan, NATO'nun varlığını hiçbir zaman hoş karşılamadığı bir ordu. Envanteri NATO'ya açık değil, yani üstten yapılan bir planlama ile, kayda girilmesi istenmeyen ağır / hafif tüm silahlar, bu ordunun bünyesine sokulabilir.

Ege Ordusu'nun adı karşıma ikinci kez, 14 Ağustos tarihli Radikal gazetesinin manşetinde çıktı. Ertuğrul Mavioğlu'nun haberine göre, Ordu'nun İstihbarat Başkanlığı, Türkiye'deki misyoner etkinliklerini il il fişlemişti.

Haberdeki verilerle, Cemil Ertem'in yazısındaki bazı ilginç noktaları harmanlayalım:

1. Ege Ordusu'nun ilk komutanı, darbeci general Kenan Evren.

2. Şu anda hapiste bulunan, darbe müteşebbisliğinden sanık Hurşit Tolon da, 2001-2004 yılları arasında, Ege Ordusu Komutanlığı'nı yürütmüş.

3. 28 Şubat'ın mühim isimlerinden Doğu Aktulga da Ege Ordusu'nda 1997-2000 arasında komutanlık eylemiş.

4. 2000 yılında, Yunanistan ile Türkiye arasındaki buzların erimeye yüz tuttuğu depremler sonrası konjonktürde, Ege Ordusu'nun kaldırılması gündeme gelmiş ve bu konu birkaç ay tartışılmış. Dönemin Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu, "Böyle şey olmaz" deyip düğümü kılıcıyla çözmüş.

5. Kıvrıkoğlu'nun yeğeni Hayri Kıvrıkoğlu, bu dönemden itibaren Ege Ordusu Komutanı olacak.

6. Hayri Kıvrıkoğlu buraya Kıbrıs'taki Kolordu'dan geliyor. Ege Ordusu'na Kıbrıs'tan geçiş yapan tek isim, Kıvrıkoğlu değil. Işık Koşaner de Ege'ye Kıbrıs'taki Barış Gücü'nden geçmiş.

7. Kıbrıs demişken, şuraya bir bakmanızı öneririm. Eğer yetmezse, şunu da okuyabilirsiniz.

8. Radikal'in haberinde yer alan İstihbarat raporunun hazırlandığı tarihte bu ordunun komutanlığını yapan kişi, müstakbel Kara Kuvvetleri Komutanı, tabii ki sonra da Genelkurmay Başkanı, Işık Koşaner (bkz. madde 6). Koşaner, Ege'den, 2006 yılında Jandarma Genel Komutanlığı'na atanmış.

Koşaner'in evveli de hayli ilginç: 1978 yılında Kara Harp Akademisi'nden mezun olduktan sonra, Genelkurmay Özel Harp Dairesi Başkanlığı'nda çalışmaya başlamış. Birkaç yurtiçi ve yurtışı görevden sonra -yurtdışı görevi İtalya'da, AFSOUTH İstihbarat Dairesi'nde. NATO'nun o sıralardaki favori sporu hakkında bir fikir verelim.- Özel Harp Dairesi Kurmay Başkanlığı ve Özel Kuvvetler Komutanlığı Kurmay Başkanlığı yapmış.

Hepsini altalta koyun, ama aklınızdan geçeni bana söylemeyin. Malum, bunlar beş kere söyleyince geliyor.

Çarşamba, Ağustos 06, 2008

corc dabya buş kanalizasyon tesisleri

haziran sonunda tatildeyken kaçırdığım bir haber: ilerici yapısıyla bilinen san francisco şehri, george w. bush'u tarihe bilinenden farklı bir yöntemle geçirmeye karar vermiş: şehrin en büyük kanalizasyon tesislerinden birine adını vererek. san francisco'daki yasalar, 7186 imza toplanan her öneri, referanduma sunulmak zorunda. haberin yapıldığı tarihte ise bu sayı 8500'ü geçmişti. eğer büyük bir aksilik olmazsa, san francisco, bu öneriyi kasım'da oylayacak.

türkiye'de de benzer yasalar olsa nasıl eğlenirdik, düşünsenize. benim aklıma hınzırca örnekler yağmaya başladı bile:

turgut özal katı atık arıtma tesisi
şevket kazan genelevi
i. melih gökçek akıl hastanesi
recep tayyip erdoğan huzurevi
kenan evren çağdaş sanatlar merkezi

buyrun siz de ekleyin..

Salı, Temmuz 15, 2008

işte ergenekon iddianamesi!

bugün birçok gazete, dün savcının yaptığı basın toplantısının üzerine bolca spekülasyon sosu dökmeye devam etmiş -her şey haber lezzeti, bir de karşı tarafı köşeye sıkıştırmak için-. bu haberlere gülüp geçerken, biri 'yuh' dedirtti -aslında daha fazlasını dedirtti, ama buraya onu yazmanın alemi yok-. ben de "madem böyle bir şey bile iddia edilmiş, bu iddianameyi ele geçirmem gerek" dedim. zor olmadı; şişli adliyesi'nin karşısındaki kırtasiyecilerden birinde bir fotokopisini buldum. "nerden buldun?" diye sordum, bana tuhaf tuhaf baktı, "istiyorsan roma hukuku ders notları da var." dedi.

neyse, iddianameyi okudukça -fotokopi biraz kötüydü, o yüzden hepsini okuyamadım; zaten orijinal metin elimde olsa da okuyamazdım. benim gördüklerim şunlar:

türkiye'yi ab'den koparma planları

emekli orgeneraller tolon ile eruygur, türkiye'yi ab'den uzaklaştırmak için bir sismik şok planlamış, bu plana göre türkiye güçlü bir depremle batı'dan doğu'ya ve kuzey'e, rusya'ya doğru hareket ettirilecekmiş. bu sismik etkinliğin gereksindiği güç ise -yok, damarlarımızdaki kanda değil- erke dönergecinde mevcutmuş.
eğer erke dönergeci daha iyi bir performans sunarsa dünyanın dönüşünü tersine çevirmeyi bile planlamışlar. böylece türkiye, eylemsizlik yasasının etkisiyle, ister istemez doğu'ya gitmeye başlayacakmış.
bisikletli terör örgütü
eruygur ile tolon, yaklaşan şeriat tehlikesi karşısında türkiye'yi bisikletle dolaşıp halkı uyarmak için planlar yapmışlar. ancak özkök, istedikleri 12 vitesli -şimano- dağ bisikletini genelkurmay deposundan almalarına izin vermemiş.
x-files planı
generaller, veli küçük'ten türkiye'de türk kanının yeniden geçer akçe olması için yardım istemiş. bu plana göre, damarında asil türk kanı olmayanlar uzaylılar tarafından kaçırılacakmış. sinan aygün'den bu proje için para istemişler. aygün de 2.5 milyon avro'yu hazır etmiş. ancak erke dönergeci 'şeysi' yavaş gidince bu proje de rafa kaldırılmış.
hain suikast planları
iddianamede türkiye'yi kaosa sürüklemek için suikast yapılacak bir dizi isim de geçiyor:
fatih terim, tarkan, huysuz virjin, seda sayan, hakan şükür, bunlardan bazıları.
ancak bu suikast planlarından biri, ayrıntılı biçimde anlatılıyor. iddiaya göre, hain örgüt, izmir'de 30 ağustos'ta ermenice şarkı söylediği için sezen aksu'yu türkiye turnesi sırasında öldürme kararı almış, ancak adı belirtilmeyen tetikçi, "adı bende saklı" şarkısında ağlamaya bağladığından menfur suikast gerçekleşmemiş.
devamını okudukça aktaracağım efendim.

Cuma, Temmuz 04, 2008

işkence yakınlaştırır!


world public opinion, dünyanın birçok ülkesinde ayrıntılı kamuoyu araştırmaları yapan bir kuruluş. muhtelif konularda yaptıkları araştırmaları, zaman zaman sitelerinden duyuruyorlar.

son araştırmalarından biri, toplumların işkence üzerine görüşleri. aralarında türkiye'nin de olduğu 19 ülkede, 20 bine yakın kişiyle görüşülmüş. araştırmanın türkiye ayağını, infakto research workshop yürütmüş. araştırma sonuçlarına göre, "işkenceye genelde ya da istisnai durumlarda izin verilebilir." diyenlerin en çok olduğu ülke, hindistan (yüzde 59). hindistan'ı nijerya (yüzde 54) ve türkiye (yüzde 52) takip ediyor.
işkenceye genelde izin verilmesinde bir sorun olmadığını söyleyenler liginde türkiye, liderliği çin ile paylaşıyor (yüzde 18). bu ikiliyi, nijerya (yüzde 15), güney kore ve abd (yüzde 12'şer) takip ediyor.
işkenceye hiçbir koşulda izin verilmemesini söyleyenlerin en az olduğu üç ülkeden biri, türkiye (yüzde 36). diğer iki ülke ise hindistan (yüzde 28) ve tayland (yüzde 36). dördüncü, nijerya (yüzde 41).
işkenceyi polis ya da asker ya da kamu görevlisi yapmaz. onayıyla tüm toplum yapar. yukarıdaki tabloya bakın: işkencecilik okulundan başarıyla mezun olmuş bir ülkenin ve ruhen yakın olduğu diğer ülkelerin çirkin fotoğrafına.

Pazartesi, Haziran 02, 2008

i. melih gökçek'e suç duyurusu metni, yarın bekleriz

3 Haziran 2008, Ankara
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na,

Şikayet Eden: ...
Vatandaşlık Numarası: ...
Adres: ...
Telefon: ...
Şikayet Edilen:
İ. Melih Gökçek, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı
ASKİ Genel Müdürlüğü yetkilileri

Konu: TCK’nin 257 / 1-2 maddelerinin ihlali nedeniyle suç duyurusu

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı İ. Melih Gökçek, 29 Mayıs 2008 Perşembe günü yaptığı basın açıklamasında, Kesikköprü’den gelen Kızılırmak suyunun 21 gündür şebekeye verilmekte olduğunu belirtmiş, bu konuda kamuoyunu bilgilendirmeme nedeni olarak “bazı sivil toplum örgütleri ve bazı siyasi partilerin basın toplantıları düzenleyerek ishal vakaları görüldüğü yönünde açıklama yapma olasılığını” bertaraf etme isteğini bildirmiştir. Gökçek, yaptığı basın açıklamasında bunu bozduğu için mutlu olduğunu, ancak “böyle bir yola başvurduğu için halktan özür dilediğini” ifade etmiştir.

Kamu yönetiminin temel kurallarından biri, kamu görevlilerinin, kendi yetki alanındaki konularda, devlet sırrı olmadığı sürece, halkı bilgilendirme yükümlülüğüdür. İçme suyu gibi hassas, kamuoyunun dikkatini aylar öncesinden çekmiş bir konuda Ankara Büyükşehir Belediyesi ve ASKİ’nin yapmış olduğu bu tasarruf, Türk Ceza Kanunu’nun 257. maddesinin birinci bendinin açık bir ihlali anlamına gelmektedir.

Sonuç ve İstem: Açıklanan ve res’en gözetilecek nedenlerle, olayda ihmali ve kusuru olan zanlılar hakkında gerekli tahkikat yapılarak cezalandırılmaları için haklarında kamu davası açılması istemimi saygılarınıza sunarım.

isim ve tarih

Cuma, Mayıs 16, 2008

siyasal islam ve faşizm

nuh gönültaş, fethullahçılar'ın amiral gemisi zaman'ın mühim yazarlığından, görülen lüzum üzerine, fethullahçılar'ın daha liberal, bol yabancı oyunculu bugün gazetesine geçmişti. siyasi liberal yazılarına güzel güzel devam ederken, islamcı damarına basıldığında pavlov reflekslerinin nasıl çalıştığını dünkü yazısından okuyabilirsiniz.

iktidarın islamcılar'ı nasıl terbiyesiz, nasıl pervasız kıldığının örneği, bir de siyasal islam ile faşizm arasındaki çizginin inceliğinin kanıtı olarak tarihe düşülsün.

hamiş: sonra bir de şu yazıyı buldum. bakın aynı gün hangi gazetede çıkmış.

Pazartesi, Mayıs 05, 2008

her gün hakaret

dört yıl önce, 6 mayıs'ta, katil asker mustafa muğlalı'nın adı, van'ın özalp ilçesindeki kışlaya verilince, bunu yapabilmek için kürtler'den ne kadar nefret edilebileceğini düşünmüştüm. düşünsenize, özalp ilçesi tam da muğlalı katliamı'nın gerçekleştiği yer; orada yaşayan insanlar, 65 yıl önce askerler tarafından sorgusuz sualsiz kurşuna dizilen insanların akrabaları. bir sabah kalkıyorsunuz ve babanızın, dedenizin katilinin adını karşıdaki kışlanın girişinde görüyorsunuz.


muğlalı katliamı, aynı zamanda, türkiye'de yargısız infaz geleneğinin ne denli kurumsal olduğunu, ülkenin kolluk güçlerinin 'yargısızlığı' kafalarında ne denli normalleştirdiklerini gösteren bir olgu. ayrıca, türk ordusu'nun bir kurumsal belleğinin olduğunu ve bu belleğin kin tuttuğunun da göstergesi. altmış yıl bekliyorsunuz, bir iç savaşın sürmekte olduğu, "bölge insanlarını kazanmaktan" söz edilen bir zamanda, o insanlara her gün hakaret etmeyi tercih ediyorsunuz. hoş, aynı ordunun yüzbaşısı zamanında köylülere bok yedirmişti, muğlalı da onun simgesel muadili olsa gerek.

tüm bunlardan bugünkü radikal gazetesinin manşeti dolayısıyla söz ediyorum. ahlaki duruşu falan es geçtim, hukuksal olarak bile cezası kesinleşmiş birinin adının bir kışlaya verilmesi, düpedüz suçu ve suçluyu övmek. milli savunma bakanlığı'nın savunması, bu övgünün üstüne tüy dikmiş: "işlem hukuka uygundur. merhum muğlalı, işlediği suçtan dolayı cezasını çekmiş ve olayın üzerinden 60 yıldan fazla bir zaman geçmiştir. merhumun cezasının veya kısıtlamalarının süresiz devam edeceğinin iddia edilmesi hiçbir hukuki ve demokratik değerle bağdaştırılamaz"

aynı mantıkla yüz yıl sonra almanya'da adolf hitler bulvarı da yapılabilir. adamcağız intihar etti, daha ne istiyoruz, değil mi! hukuki ve demokratik hiçbir değerle asıl bağdaştırılamayacak olan, bu katilin adının bir kışlaya verilmiş olması.

ancak zaten asıl amaç, kürtler'e bir 'mesaj' vermek olunca, hukuk ve demokrasi çöpe atılıveriliyor. ondan sonra da kürtler'i dağdan indirecek olan 'ekonomik paketlerden', 'etkin pişmanlıktan' falan söz ediyoruz. bir toplumun şiirlere konu olmuş kolektif acısına saygı duymayı öğrenemedikten sonra, memleketin tüm bütçesini oraya akıtsanız da bir şey değişmez.

Perşembe, Mayıs 01, 2008

1 mayıs sıkıntısı ve akp'nin kapatılması

önce zamanında muhalefetin özgürleştirici diline yaslanan islamcılar'ın iktidarın yıvış yıvış diline nasıl savrulduğuna, fethullahçı camianın ertuğrul özkök'ünün bugünkü yazısında tanık olalım.

sonra da durup akp'nin bu ülkede özgürlük ve demokrasi adına, öznel iradesini ortaya koyarak ne yaptığını anımsamaya çalışalım. örneğin kürt sorununu çözmek için hangi cesur adımı attılar? ordu'nun mali hesap verebilirliğini sağlamak, siyasete müdahalesini engellemek için hangi parmaklarını kımıldattılar? hrant dink cinayetinin, malatya'nın, trabzon'un arkasındaki gerçek güçlere ulaşmak için ne yaptılar? şemdinli olayları sonrası büyükanıt hakkında soruşturma isteyen savcı linç edilirken akp'liler ne yapıyordu?

şu işin adını doğru düzgün koyalım. akp, türkiye sermayesinin küreselleşme sürecinin müteahhit partisi. bu sürecin gerektirdiği tüm demokratikleşme açılımları bugüne kadar dış dinamikler ile sürdürüldü. bü süreç için gerek koşul olmayan hiçbir açılım ise başat iç siyasi aktör olan akp tarafından başlatılmadı.

söylem düzeyinde ise, akp'lilerin 1 mayıs sayesinde erdoğan'dan mehmet ali şahin'e saçtıkları incilerin nasıl bir yönetim zihniyetine denk düştüğünü tartışmaya gerek yok. 'kimse devlete meydan okumasın' diyen bir adalet bakanı mı demokratikleşme sürecinin öznesi olacak? sözcüsünün gömleğine hrant dink'in kanı bulaşmış bir hükümet mi türkiye'yi demokratikleştirecek?

kapatılma davası sonrasında akp'ye demokratikleşme sürecinin öznesi payesini biçen 'makbul aptallar' en azından bugünden sonra oturup bir kez daha düşünür umarım. söylediğim gibi, ben bu it dalaşında kendimi taraf tutmak zorunda hissetmiyorum. ille de taraf tutma niyeti olanlara bir gaz maskesi öneririm. hem istanbul'da daha rahat soluk alırlar, hem de görüş açılarında büyük bir değişiklik olmaz.

Pazar, Nisan 13, 2008

biraz bacak biraz göğüs

italyan sanatçı pippa bacca'nın tecavüz edilip öldürülmesi üzerine bugünkü gazeteleri eline alan biraz dikkatli bir okuyucu, sahtekarlığın bu kadarına karşı böğürmek isteyebilir.

ana akım gazetelerin hemen hepsi, bu hunhar olaya karşı bir toplumsal duygusal infial yaratma kampanyasında dün akşamdan itibaren ön saflara yazıldılar. tabii, bu olayın "konuksever türkiye imajını ne kadar zedeleyeceği" ve "münferitliği", bizim temcit teranelerimiz.

velhasıl, görmezden geldiğimiz gerçekler "tüm çıplaklığı" ile bize bu gazetelerin kalanında eşlik ediyor. hürriyet'in, sabah'ın, akşam'ın arka sayfa güzellerine son zamanlarda iç sayfa güzelleri de eklenmeye başladı. fatih çekirge'nin yönetimindeki hürriyet web sitesinin aşama aşama soft-porn bir siteye döndüğüne de şahit olduk. milliyet gibi sözümona 'ciddi' bir gazete bile web sitesinde "güzelleri hiç böyle görmediniz" yollu kalıcı linklerden vazgeçemiyor. zaten hürriyet'in adını anmaya değmez yayın yönetmeninin arka sayfa güzellerinin seçimini kendisinin yaptığı böbürlenmesi, tiksintiler galerimize -kendisinin o galeride retrospektifi var- çoktan girmişti.

uzun uzun kuram anlatmaya gerek yok. tüm bu biraz bacak biraz göğüs politikası, cinsel eğitimi olmayan, muhafazakar toplum tarafından cendereye alınmış yurdum erkeğine sahte bir görsel cennet sunuyor. yol kenarında gelinlikle otostop çeken bir kadın, bu ana akım gazetelerden birinde fanteziye dönüştürülmeye ne kadar yatkın bir öykü oysa, öyle değil mi? ama işin içinde kriminal, hem de uluslararası bir durum olunca, temcit tencereleri büyük bir hızla çıkarılıveriyor. kınamalar utanmalar gırla.

bu sahtekarlık, bu şark kurnazlığı, bu ikiyüzlülük... ne diyeceğimi bilemiyorum.

Cuma, Nisan 11, 2008

bana ne!

anayasa mahkemesi'nin AKP'nin kapatılması davasının görülmesini kabulü, şimdilik bir şey ifade etmiyor. nihayetinde, mülakatlar hazırlandıktan sonra dosya yeniden liberal görüşleriyle bilinen raportörün önüne gelecek. (osman can, vicdani ret üzerine radikal'de yazdığı yazılarla bilinir)

ama sorun bu mu? bu iş bu raddeye gelmeden, AKP'nin anayasa değişikliğini yapmasıyla, türkiye'nin anti-demokratik yapısının önemli yapıtaşlarından biri olan siyasi partiler yasası'nı değiştirmesiyle çözülebiirdi. sonuçta bu adamlar, tartışılamayacak bir meşruiyet ile altı yıldan uzun süredir işbaşındalar. ama ab'nin ittirdiği durumlar dışında, bir demokratik açılımları bile olmadı. hatta adalet bakanları, ermeni konferansı düzenleyenleri meclis kürsüsünden ihanet ile suçlayarak, 301 konusunda 'uygulamayı görelim' diye direterek, hrant dink'in öldürülmesine giden yolların kaldırımlarını elleriyle döşedi. cemil çiçek, zaten 'eski' bir faşist, o kendisine düşeni yaptı. ancak akp'den demokratikleşme adına hala umutlu olanların bu umudunun tek kaynağı olabilir, o da çaresizlik.

kimse kusura bakmasın ama şu anda oynanmakta olan ortaoyununda kendimi taraf gibi hissetmiyorum. sınıf/güç savaşında kural mural tanımadan birbirine girişenleri ne ayırırım, ne de kavgaya dalarım. ancak, belki, uzaktan müstehzi bir edayla bağırırım: "durun, siz kardeşsiniz!"

***

bu arada, ab temsilcilerinin peşpeşe açıklamaları da ayrı bir salaklık. akp demokratikleşme adına bu ülkede ne yaptı? tek yaptığı, ordu'nun ülkedeki egemenliğine karşı direnmek; ama bunun demokrasi kahramanlığı mı, yoksa temsil ettiği sınıfın iktidarda hakkaniyetli temsiliyeti için mi olup olmadığını, 301 gibi konulardan anlayamayacak kadar naif mi bu adamlar?

ayrıca, yargının şu ana kadar yaptığı her şey, ulusal yasalara uygun. o yasaları değiştirebilecek güç akp'deyken, akp dtp'nin kapatılması, güneydoğu'nun kendine kalması umuduyla o yasaları değiştirmeye yanaşmadı. şimdi şemsiyeyi açmaya uğraşıyorlar. ama o şemsiyeyi açmanın tek yolu, yasayı değiştirmek, ve kendine değil, başkalarına da özgürlük isteyecek kadar demokrat olmak. eğer demokrat olamıyorsan, üzgünüm, benim kapsama alanımda değilsin, kapanıp kapanmaman da beni ilgilendirmiyor.

Salı, Nisan 08, 2008

sulukule'nin hali, akp'nin hali

öncelikle ikisi arasında pek bir benzerlik yok. hatta bol bol karşıtlık var.

sulukule, akp olmayan hemen her şeyi temsil ediyor.
sulukule tozlu, pasaklı ve eski; akp ise zeitgeist'e uygun ve cilalı.
sulukule ihmal edilmiş, akp ise yükselen burjuvazinin ilk adresi.
sulukule en dıştakileri temsil ediyor, akp ise içtekileri.
sulukule, sistemin sevmediği bir etnik grubun ikamet alanı; akp ise sistemin üzerine kurulu olduğu sünni müslümanlık'ın ilk adresi.
sulukule, tüm dertlerine, suç oranına, güvensizliğe rağmen içtenlik, müzik, eğlence demek. akp ise tüm yıvış yıvış müreffehliğine rağmen, zevksizlik, nobranlık, tahammülsüzlük ve ikiyüzlülük demek.

ancak bir benzerlik var ki, can yakıcı. neoliberal sistemin daha fazla rant, bir diğer deyişle sistemin daha verimli işlemesi için, hem de romanlar gününde sulukule'ye yığdığı buldozerler, birkaç ay içinde akp'ye de uğrayacak gibi. yine aynı gerekçelerle tabii.

o zaman ben 'liberal ilkeleri' değil, sulukule'de evleri yıkılanları anımsayacağım.