Salı, Haziran 26, 2007

onlar eremesin muradına

hudson enstitüsü'nin türkiye'de yaygara koparan raporunun tsk'yi gerekirse yalan söylemeye itebileceğini de gördük. gördüğümüz diğer bir şey de, abd'nin akp'ye yekpare destek verdiği balonunun sönüşüydü. bu balonun sönmesile arkadaki gerçek daha bir görünür oldu. a) abd, çoklu oynar: oyun alanındaki tüm aktörleri, güçlerine göre değerlendirmeye alır ve yakınında tutmak ister b) bunun farkında olan tsk'nin yapmaya çalıştığı, oun alanında kendisinden güçlü hale geldiğini gördüğü akp ve yükselen islamcı burjuvaziyi içeride ezmek, dışarıya da 'bu ülkede esas oğlan benim, hesaplarınızı ona göre yapın.' mesajını vermektir. bu yüzden, yakalanacak iki üst düzey pkk üyesinin akp'nin işine yarayacağı öngörüsü, ahlaklı olmasa da tutarlı bir öngörüdür, bunun üzerinden siyaset belirlenmesi de kaçınılmazdır.

benim ilginç bir gözlemim, genelkurmay'ın yasemin çongar'ı suçlaması üzerine, meslektaşlarıın gösterdiği dayanışma oldu. türk medyası mensupları, zoru görünce kuyruğu kıstırıp kaçma alışkanlığını yıllar süren anti-demokratik uygulamalar sonucunda öğrenmiştir. örneklerini önceden defaten gördük. tsk'nın daha önceki anti-demokratik açıklamalarını -en hafifinden- 'asker konuştu' başlığıyla veren 'liberaller', 'ben öyle demek istememiştim'ciler, yazılarına balans ayarı geçenler...

ancak sözkonusu olan yasemin çongar olunca işler farklılaştı. keramet hem yasemin çongar'da, hem türkiye'nin küreselleşmeye bağlı sivilleşme sürecinde, hem de buna koşut olarak tsk'nin iyice saçmalamaya başlamasında.

bugün ibrahim karagül yeni şafak'ta yazıyordu. hudson enstitüsü'nün türk şahini kızı zeyno baran, ağustos'ta tükiye'de matt bryza ile evleniyormuş. karagül haklı olarak soruyor, "acaba düğüne kimler katılacak?" diye.

umarım eremezler muratlarına.

Çarşamba, Haziran 20, 2007

oyakbank: hürriyet'teki okuyucu yorumları

noktalama hataları bana ait değildir, ama italik yorumlar bana aittir.

"Erdemir'i yabancıya satılamaz, stratejik tesistir diye satın alanlar, önce Erdemir'in yarısını Fransızlar'a (savunma ihalesine sokmadığımız ülke), sonra da oyaki yabancilara satıyor. Generallerimizden muhteşem bir ekonomik strateji dersi daha aldik." (onlar mikroekonomide daha iyiler. en iyi örneği de tahsin şahinkaya ve ilhami erdil)

"Ulusal onur diye bir kavram vardi bir zamanlar. Atatürk bize bu ulusal onuru miras birakmişti. Ama şimdi o mirasi yiyip bitirmeye çalişiyorlar. Her şeyi yabancilara satmak zorunda miyiz ?.. Her şey para mi oldu bu ülkede? Onur da paraya çevrilmez ki!.. Bu bankadaki tüm mevduatimi çekiyorum. İngilizlere kullandirtmam paramı." (eee, kem küm, adı ING diye ingiliz olmak zorunda değil. ama olsun, o da gavur bu da gavur)

"Birakin boykot ettiğimiz fransizlarla ortakliği, oyakin ermeni toplantilarinin sponsoru axa ile ortakliği hala devam ediyor, 'biz iğneyi kendimize batirmadikça adam olamayiz' para işin içine girince her şey değişiyor demek ki!"

"Oyakbank para basiyor kim almak istemez.askerlere otomatikman atm karti çikartiyor ve buralardan asker ailelerinin yaptiği havalelerden bile 8.00 ytl aliyor. hesabi siz yapin nasil para kazaniyor."

"Sayin ulusoy burada halki yaniltmaktadir oyakbankin ordu mali olmadiğini söyleyerek,evet ordunun değil ama ordu mensuplarinin kurduğu oyak'in malidir.tüm ordu mensuplari maaşlarini buradan almaktadir,tüm bilgileri bu bankada kayitlidir.bu banka zarar etmiyor ki, karli bir kuruluştur. (nasıl kar ettiğini yukarıdaki yorum açıklamış) satışından elde edilecek değer, götüreceğinden daha az olacaktir. her konuda ulusalciliktan bahseden paşalarimiz bu konuda neden susmaktadirlar. her şey para midir. kendimize ait hiçbir değer kalmayacak midir."

"Erdemir için söylediklerinde ne kadar samimi olduklari belli oldu! Işte size 'sözde' olanlar!!!"

"Ulusoy bu banka ordu'nun bankasi değil derken kelime oyunu yapiyor. Tabiki ordu'nun bankasi değil ama ordu mensuplarinin maaşlarindan yillarca oyak'a kesilen paralarin nemalanmasi ile oluşmuş bir kuruluştur. Bence şu andan itibaren tsk ya ulusoy'u bu konuşmasini düzeltmeye davet etmelim veya bu banka ile çalişmadan vazgeçmeli." (tabii, tabii, tsk koymuş 2.7 milyar doları cebe, işi gücü yok, bir de itiraz edecek. akp bütçeden o kadar para versin, bakın türk-islam sentezi günlerine dönüyor muyuz dönmüyor muyuz!)

"Oyak deve kusu misalidir. Yeri geldiginde milli sermayedir herkes ona saygi duymali ve oyak vergi vermemelidir. Yeri geldiginde ise yabancilarla (hem de fransizlarla) kol kola olabilecek bir organizasyondur. Satmadan önce tüm komutanliklardaki devlet bankalari def edildi ve yerine oyak subeleri acildi. Simdi de bir yabanciya satiliyor. Telekomun ihalesinde stratejik altin hisse diye tutturan ilgili kurumdan tatmin edici bir aciklama beklemiyorum. Ulusalcilar neredesiniz, göremiyorum sizi!" (onlar bu sıralar nostaljik bir öfke ile kavruluyorlar)

"Aslinda başlik doğru bence: oyakbank ordunun bankasi değil.oyakbank ordu mensuplarinin sömürülmesiyle ortaya çikmiş bir kuruluştur.dolayisiyla sömürülenlerin böyle bir kuruluşa sahip olmalari da söz konusu değildir. Bu satişi kiniyorum." (ben bir adım beriye gidip askerlerin sömürülmesiyle ortaya çıkmış bir bankanın varlığını kınıyorum)

"Vay canina! Demek ki millet uyutulmuş şimdiye kadar. Oyakbank'in orduya ait izlenimi verilerek ordu mensuplarindan ve halktan bunca yil destek gördü şimdi anliyorum gerçeği. Sümerbank da ayni izlenim doğrultusunda peşkeş çekildi o halde." (e aynı uyanışı mesela şu e-muhtıra gibi olaylarda da sergilesen ya kardeşim, o zaman aslında memleketin en 'özde' vatanseverler tarafından nasıl peşkeş çekildiğini bile görürsün.)

"Oyakbank askerlerin değilmiş! Peki öyle diyelim yönetim kurulu niye emekli paşalardan oluşuyor. Yillarin oyak ismi ordumuz ve ordu mensublarinin birikimleri ile özdeşmiştir. Bu hikayeye kim inanir. Bunu böyle diyeceğinize günümüz global dünya ve menfaat düzeni böyle işliyor bizde ticaret ve iş yapiyor ve kar ediyoruz demekten neden çekiniyorsunuz? Üzücü olan, Erdemir'in milli bir kuruma satılması için söylenmeyen söz kalmamıştı. Şimdi bu nasil izah edilecek onu düşünüyorum."

bir millet mi uyanıyor nedir? hem de bu millet!

oyakbank: memleket komedileri

bugünkü gazetelerin birçoğunun manşetinde, o değilse baş sayfasındaydı. hem yeni şafak, hem hürriyet bu fırsatı kaçırmamıştı. yeni şafak, silahlı kuvvetler'e bir darbe vurmanın daha sevinciyle "2.6 milyar dolar bulunca oyakbank'ı hollandalı'ya sattı" demiş. acaba avuç içi açık olan sağ eli, yumruk biçiminde sıkılı olup yere dik duran sol ele havadan hızlıca vurmak, günah mıdır? değilse, yeni şafak çalışanlarının hepsinin bunu yaptığından şüphem yok.

hürriyet gazetesi, bankanın yönetim kurulu başkanı coşkun ulusoy'un erdemir ihalesi sırasındaki 'ulusalcı' çıkışını muzipçe, ama yukarıdan bakan bir dille anımsatmış ve "tişörtlü şov rafa kalktı" başlığı atmış. başkötü özkök de homo ekonomikus'un dönüşü başlıklı yazısında "evladım, olur böyle şeyler, kapitalizm neleri kimleri yola getirmedi, sizi de elbet getirir." kıvamında bir yazı yazmış. yazıyı okurken özkök'ün şefkatli elini ulusoy'un omzunda hisseder gibi oldum.

ama asıl komik olanı, cumhuriyet'in başlığı: "oyakbank da gitti". başlıktaki yavuz turgul filmi havası, öldürdü beni!

Perşembe, Haziran 14, 2007

arkadaş sohbetinde "yabancı sermaye" -2-

hazine müsteşarlığı dün öğleden sonra “uluslararası doğrudan yatırımlar raporu 2006”yı yayınladı. bir kısmı bugünkü bazı gazetelerde var. çok kısa notlarla birkaç gündür süren tartışmada ortaya konan anafikirler hakkında detaylı değerlendirme olanağı sunacak rakamları sergileyelim;

2006’da tüm dünya ekonomisinde uluslararası doğrudan yatırımların bir önceki yıla göre artış oranı yüzde 34,3 olmuş. türkiye’de ise bu oran yüzde 105,7 olarak gerçekleşmiş. yani türkiye, dünya ortalamasının üç kat üstünde yabancı sermaye çekmiş.

20 milyar 168 milyon dolarlık türkiye’ye gelen yabancı sermayenin 2 milyar 922 milyon doları, şu çok tartışılan yabancılara gayrimenkul satışıyla sağlanmış. yani istihdam, üretim, gelir artışına katkısı sıfır. tabi adamların aldıkları gayrimenkullerde (konut, arsa, vs...) çalıştırdıkları hizmetliler hariç. (ki çalıştırırlar mı bilmiyorum) haa, tabi denebilir ki “bu para da sonuçta bu ülke insanının cebine girdi”. evet, doğru ama cebine bu yolla para girenlerin sayısının toplasan bini geçmeyeceğini düşünürsek topyekun kalkınmaya mı yoksa yeni zenginler yaratılmasına mı hizmet ettiği, ediyorsa da ne kadar ettiği de tartışılır.

toplam yabancı sermaye tutarının 15,4 milyar doları şirket birleşme ve devralmalarıyla sağlanmış. bunun 13 milyar 239 milyon doları da sadece beş şirketin, telsim, denizbank, finansbank, türk telekom ve petrol ofisi’nin satışından sağlanmış. 1 milyar 768 milyon dolar da özelleştirilen kuruluşların 2006’da gerçekleşen satış bedeli tahsilatlarıyla elde edilmiş.

hazine, ernst & young’ın birleşme ve satın alma işlemleri raporu’ndan alıntılar yapmış. bu rapora göre de birleşme ve satın almaların ulaştığı toplam tutar 18,3 milyar dolar görünüyor. değeri açıklanmamış işlemlerle bu rakamın 19,2 milyar dolara ulaştığı tahmin ediliyor. aradaki rakamsal farklılıklar iki kurumun sorumluluğunda...

yabancı sermayenin gözde sektörleri yüzde 44 payla finans, yüzde 40,5 payla telekomünikasyon olmuş.

şimdi iki çarpıcı (benim açımdan) veri var. birincisi yeni yatırımlarla ilgili. türkiye’ye son beş yılda yabancılar tarafından 1007 yeni yatırım için başvuru yapılmış. bunların tamamı teşvik belgesi almış. toplam tutarları 12 milyar 260 milyon dolar olmakla birlikte ne zaman bitecekleri konusunda raporda ayrıntı yer almamış. 2002’den itibaren yer verilen proje bilgilerinin hangilerinin tamamlanıp kaç kişiye istihdam sağladığı da belirtilmemiş. ancak bu 1007 projeden “tamamen yeni/sıfırdan başlatılan proje” olarak belirlenenlerin sayısı 431 olarak ifade edilmiş. yani toplamın adet olarak yüzde 43’ü. tutar olarak ise tamamen yeni projelerin bedeli 4 milyar 550 milyon dolar. yani toplamın yüzde 37’si. tamamen yeni projelerin sayısının da önceki yıllara göre 2006’da azaldığı görülüyor. 2003’te 101 olan sayı, 2006’da 82’ye gerilemiş.

iki çarpıcı veriden bana göre asıl çarpıcı ve dikkat çekici olansa şu: hazine, son 6 yıl itibariyle yabancı sermaye giriş tutarlarını verirken kazançlarından yeniden yatırıma yönlendirilen bölümleri de açıklamış. buna göre 2001’de giren 3 milyar 352 milyon dolarla 2002’de gelen 1 milyar 137 milyon doların tek kuruşu bile yeniden türkiye’de yatırıma yönlendirilmemiş. hadi diyelim ki kriz yıllarıydı, kar sağlayamadılar. 2003’te 1 milyar 752 milyon dolar girmiş. bu parayla elde edilen kazancın 132 milyon dolarını yeni bir yatırımda kullanmışlar. 2004’te 2 milyar 883 milyon dolar girmiş, kazancın 204 milyon doları yeniden yatırımlara dönmüş. 2005’te 9 milyar 801 milyon dolar yatırım yapan yabancı sermaye 81 milyon doları tekrar yatırımlara akıtmış. ve 2006’daki 20 milyar 168 milyon dolarlık rekor girişin yeniden yatırıma dönen kazanç tutarı 144 milyon dolar olmuş.

sadece şu beş şirketin geçen yılki karının bile 3 milyar doların üstünde olduğunu düşünürsek türkiye’de kullanılan 144 milyon dolara teşekkür etmemiz mi şükretmemiz mi gerekiyor? ben bilemedim.

Çarşamba, Haziran 13, 2007

freudian slip

Bugünkü Yeniçağ gazetesinde -kendisi MHP'nin 'sokağa dönük' muhalif kanadının gazetesidir- Altemur Kılıç'ın İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ni ve onun özelinde rantın kamu sağlığının önüne geçmesini eleştiren bir yazısı var. Ancak yazıda eleştirdiği "Rant Hırsı", yazının başlığına "Hrant Hırsı" olarak yansımış! Başlık da şöyle olmuş: "Hrant hırsıyla kör olanlar, 'kamu yararına' kör bakarlar!"

Yorumu size bırakıyorum.

Salı, Haziran 12, 2007

tsk, adnan hoca el ele!

bugünkü yeni şafak gazetesinde bilim araştırma vakfı'nın tam sayfa bir ilanı var. adnan hocacılar'ın vakfı, darwin'den girip lenin'den çıktıkları standart bir tam sayfa ilanı bu gazeteye ve zaman'a verir durur; ancak bu seferki farklı. adnan hocacılar, son günlerdeki 'şehit enflasyonu' üzerine, türk silahlı kuvvetleri'ni güçlendirme vakfı'na bağış kampanyası başlatmışlar.

ne diyeyim ki, ceza'nın şarkı sözündeki gibi, "müttefik de belli değil, ittifak da". laik türk silahlı kuvvetleri'ne yeni finansal destekleri hayırlı olsun.

hamiş: acaba vakıflar genel müdürlüğü'nde hangi vakfa yılda ne kadar bağış yapıldığı ile ilgili bir kayıt var mıdır?

Pazartesi, Haziran 11, 2007

arkadaş sohbetinde "yabancı sermaye"

Bir arkadaş e-sohbetinden:

"Yabancı sermayeye karşı bir duruşu bayraklaştırmaya çalışan bir eğilim içerisinde değilim. Bu anlamda, son dönemde yükselen ve “ulusalcı” diye tanımlanan akımla yakınsayan bir duruşum zinhar yoktur. Ülkeye yabancı sermaye gelişine karşı “memleket elden gidiyor” feveranıyla yanıt veriyor da değilim. Aksine sermayeye yaklaşımım sadece “sermaye” oluşu eksenindedir. Yerlisi-yabancısına karşı “daha sıcak-daha yakın” veya “daha soğuk-daha uzak” bir duruşum yoktur. Böyle olduğu içindir ki daha bütünsel bir bakışla neyi nasıl yaptığına, önceliklerinin ne olduğuna bakarak fikriyatımı ve hissiyatımı belirlerim. Ancak Bahadır’ın iyiniyetle ortaya koyduğuna inanmakla birlikte paylaşmadığım önermesi şudur ki; memlekete daha çok girmesi istenen yabancı sermaye, mevcut pratiğiyle yaratacağı savunulan istihdam artışını sağlayamamakta, artıracağı öngörülen kalkınmayı gerçekleştirmemektedir. Ülkeye gelen yabancı sermayenin odaklandığı tek şey, “kısa vadeli ve kolay” kardır. Bu durum, tercih ettiği sektörlerden bellidir. En azından ben bu mevzuları biraz daha yakından izleyip fikir oluşturmaya başladığım dönemden beri bu böyledir. Hal böyleyken, “yabancı sermaye gelmezse memleket kalkınamaz, bu işsizlere iş bulamayız” söylemini sürdürmek, en iyimser deyimle safdillik olacaktır. Sürecin normal denebilecek bir seyirle vücut bulduğu koşullarda söylenmesi doğru olan bu ifade, yıllardır değişmeyen olumsuz bir pratiğin yaşandığı Türkiye’de hakim ve egemen medya söyleminin ötesine geçememektedir. Ki, ben her birinizin medyadaki en akıllı geçinenden bile çok daha akıllı, zeki ve analiz yeteneği yüksek beyinler olduğunuzu biliyorum. Aslında kaba hatlarıyla herkesin bildiği yabancı sermaye akışını birkaç rakamla detaylandırayım:

Hazine ve Merkez Bankası verilerini derleyen Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu, “Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımlarının Ekonomik Büyüme ve İstihdam Üzerindeki Etkileri” başlıklı çalışmasında mevzuyu irdeliyor. Ve şunu vurguluyor; Türkiye’ye sadece son iki yılda giren 30 milyar dolara yakın yabancı sermayenin 11 milyar dolarlık bölümü BANKALARA, 9.6 milyar dolarlık bölümü ulaştırma-haberleşme sektörüne, 2.2 milyar dolarlık bölümü imalat sanayiine, 1.5 milyar dolarlık bölümü de toptan ve perakende sektörüne girmiş. Ancak bu tutarın tamamı şirket birleşme ve devralmalarına yönelmiş. Yani yeni yatırım SIFIR. Haa, haklarını yemek alçaklık olur. Tabii ki yeni bir girişim, yatırım olarak ülkeye gelen yabancı sermaye de var. Ama gelmesini meşrulaştırmak için ısrarla savunulan nimetleriyle bizleri tanıştıracak ölçüde değil. 2007’nin ilk iki ayında 6 milyar 875 milyon dolarlık yabancı sermayenin 5 milyar 671 milyon doları da bankalara akmış. İmalat sanayi, toptan-perakende ve ulaştırma haberleşme sektörlerine giren kaynağın önemli bir bölümünün Dünya Bankası’nın yan kuruluşu IFC’nin kriz döneminde zor duruma düşen firmalarla kurduğu ortaklıktan geldiğini de anımsatayım.

Esasen anlamakta güçlük çektiğim mevzulardan biri de bazı söylemleri geliştirirken takınılan “iyiniyetli” tutumdur. Türkiye gibi ülkelerde her birimizin 33-34 yıllık hayatlarında örneklerini defalarca gördüğü bir gerçek bana göre şudur; Sistem, varlığını suç üstüne kurmuştur. Önce suçu yaratan sistem, daha sonra yönetsel kademelerdekileri suça bulaştırarak bir nevi meşruiyet kazanmaktadır. Suçun, kirliliğin, hadi daha yumuşak bir ifadeyle söyleyelim, ters dönen çarkın içinde yer almak istemeyenlerin birer “ifrazat” haline geldiği de bir gerçekliktir. Bu zihniyet, binbir örnekle kendini gösterir, dahası hakimiyetini fütursuzca ilan ederken sistemin içine girerek, hatta bunun için “hırslanarak”, oyunun “aynı oyuncularla” daha “temiz” olacağını söyleyebilmek ne kadar gerçekçidir. Gerçekten ülkenin kalkınmasını, istihdamın artmasını, hadi buraya da indirgemeyelim ekonomik ve sosyal-bilimsel-kültürel kalkınmanın sağlanmasını gerçekleştirmek için mevcut yapısıyla sermayeye güvenenlere bir anekdot aktarayım;

Takip edenler bilir, bu hükümet 5 yıla yakın süren iktidarında pek çok şey yaptığını, eksik kalan tek şeyin istihdam artışını sağlayamamak olduğunu bizzat Başbakan’ın ağzından söylüyor. 22 Temmuz için hazırladıkları seçim bildirgesinde de en büyük kozlarından biri kalkınma olacak. Kalkınma başlığıyla en temel argümanları istihdam artışının sağlanacağı olacak. Bu, söylemde kulağa hoş geliyor değil mi? Ama gerçek öyle değil...Önceki gün Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, OSTİM’de sanayicilerle buluştu, onların sorunlarını dinledi. 70 işçi çalıştırdığını, firmasının tek kuruş vergi borcu olmadığını söyleyen bir sanayici, ısrarla bankaların kendilerine karşı tutumundan şikayet etti. Ve tertemiz bir bilançosu olmasına rağmen kredi almakta güçlük çektiğini anlattı. Bakandan bankaların bu tutumu için yardım istedi. Birkaç kez ısrar edip “kredi alamazsam zor durumda kalacağım” deyince Unakıtan’ın yanıtı kısa ve net oldu. Hem de onlarca kameranın önünde hiç çekinmeden: “Niye zor durumda kalacaksın ki. Her zaman 70 işçiyle çalışılmaz ya. İŞÇİ ÇIKAR”

Şimdi “kimse kusura bakmasın” demeden ve açıkçası kimin hangi kusura baktığını önemsemeden şunu söylemek zorundayım: Benim önümde bu ve hergün onlarcası tekrarlanan benzerleri dururken ne sermayeye ne de onun güdümündeki siyasete inanmam."

"anca gidersin"

yürüyen kullardan biriydi ufuk güldemir; liberalleşen türkiye'de kendine bir yol açmasını, doğru zamanda doğru yerde durmasını bilen bir müteşebbis gazeteci. kendisini habertürk adlı savaş çığırtkanı rezaletin kurucusu olarak biliriz. "halk böyle istiyor" sözünü cesurca bir hamleyle çöpe atmış, halkın neyi isteyeceğini belirleyebilecek gücü olduğunu yedi düvele kanıtlamaya and içmiş egomanyak. işin ilginci, saadet zinciri içindeki gazetecileri de kendi yalakası yapmayı becerebilmiş biri. üst düzey gazetecilikle 'haysiyet' arasındaki korelasyonun yüksek eksilerde gezdiğinin canlı örneği.

artık canlı değil. başarılı bir yaşam sürmüş olabilir; ama yaşamı pislik ve çarpıtma üzerine kuruluydu. onun medya kanalında "islamcı-solcu-manken" koalisyonu diye aşağıladığı savaş karşıtı topluluğun bir üyesi olarak, ölümüne üzülmedim. onun gibiler ne kadar eksilse ben o kadar mutluyum; çünkü onun gibiler ne kadar eksilirse, ırak'ta ya da dünyanın başka bir yerinde bir çocuğun kör bir kurşunla ölmesi olasılığı o kadar azalıyor.

ingilizler'in bir lafı vardır: "good riddance" diye. "anca gidersin" diye çevrilebilir.

Cuma, Haziran 08, 2007

her rezalet bir fırsattır

ilaç endüstrisinin nelere vakıf olduğunu, the constant gardener filmini izlemeden önce de biliyordum; hatta filmde anlatılan olayların benzerlerinin -türkiye'de bile- yaşandığından ve yaşanmakta olduğundan emindim. bu yüzden, nijerya'daki olay şaşırtmadı.

şaşırtmayan bir başka şey de, türkiye'deki halkla ilişkiler sektörünün duayenlerinden biri sayılan, bersay adlı bir şirketin başındaki ali saydam'ın, akşam gazetesindeki yazısında olayı algılayışıydı.

halkla ilişkilerin gerçeklik ile görüntü arasındaki dengeyi gerektiğinde görüntü lehine çevirecek bir iş olduğunu zımnen itiraf ediyor ali saydam. pfizer'ın 'üçüncü sınıf' insanları onların rızası olmadan denek olarak kullanmasının onların iletişim uzmanına bir fırsat sunduğunu bile söylüyor utanmadan.

ah, unutmuşum, bu iletişimcilik işi utanarak yapılacak bir iş değil sanırım. öyle olsa sevgili duayenimiz katliam derecesindeki bu olayı değerlendirirken "İnsana, “İyi ki Pfizer’in iletişimden sorumluları arasında değiliz” dedirtecek bir durum" diye geçiştiriyor. Olayın etkisinin değil de kendisinin vehameti hakkında bir söz bile yok. hatta akıllı bir iletişimcinin elinde, pfizer'ın deneylerinde ölen her çocuk yeni bir fırsat olabilir, değil mi?