Salı, Kasım 28, 2006

kürtçe yazılıma soruşturma

sky türk'ün haberine göre, diyarbakır cumhuriyet başsavcılığı, bilgisayarlarında ubuntu'nun kürtçe versiyonunu kullanmaya başlayan, bunu da bir basın toplantısı ve kokteyl ile duyuran diyarbakır sur belediyesi hakkında soruşturma açmış.

ben de bugünlerde bir notebook almayı düşünüyordum; ancak iğrenç windoz türkçesinden nefret ettiğim için, üzerinde ingilizce xp kurulu bir makine arayıp duruyorum -aslında ingilizcesi de yeterince iğrenç; ama oyun oynamak istiyorum, napiym!- meğerse mühim bir suç işliyormuşum. sayın başsavcım, n'oolur affet beni. bilmiyordum ki türk dediğin yazılımın has türkçesini kullanır.
malumatfuruşluk yapmanın gereği yok; ama başsavcının bilgisayar ile ilişkisinin "yaz kızım"dan öteye geçmediğini düşünmek için güçlü bir nedenimiz, linux'taki tüm dil seçeneğinin bir hamlede değişebildiğini anımsamakta da yarar var. yani ileride diyarbakır sur belediyesi'nde "qırık, makineyi yeniden başlat oğlum, polis geldi" yollu uyarılar hasıl olabilir.

anımsamakta yarar olan iki şey daha var: aptallığın coğrafya, dil, din, kültür tanımadığı, ve iyi ve akıllı insanların da halen var olduğu. varolsunlar.

ratzinger

birkaç gündür papa 16. benediktus'un -asıl adı ile herr ratzinger- türkiye'ye gelişi ile ilgili, yabancı bir gazeteye çalışıyorum. bu birkaç gün içinde ilginç şeyler öğrendim:

* ratzinger'in eylül ayında regensburg üniversitesi'nde yaptığı konuşmanın ortaya çıkışı, büyük tarihsel olayların aslında ne denli komik hatalar yüzünden olabileceğini gösteriyor. şöyle ki, ratzinger göreve gelir gelmez eski papa'nın polonyalı ekibini kovup kendi alman ekibini getirmiş. bu yüzden şu anda vatikan'da islam uzmanı olan kimse yokmuş. regensburg konuşmasını kontrol edecek olan kardinal de, birkaç gün önce kovulduğunu öğrenmiş olmanın kızgınlığı ile, konuşmaya hiç göz atmadan güzel olmuş diyerek ratzinger'e vermiş. ratzinger de önündeki kağıdı okumuş.

* rum patrikhanesi'nde basın ve halkla ilişkilerden sorumlu papaz ile söyleşi yapıyoruz. söyleşi bir noktadan sonra sohbete döndü. türkiye'de rumlar'ın toplumsal yaşama katılımı üzerine konuşurken, tkp'nin kurucuları arasında rumlar da vardı" dedi, ben de açılan bu kapıdan hop diye atladım; "zaten tip'in kurucularından bazıları da rum değil miydi?" diye. "evet, tip'in kurucularından biri de bendim" dedi, gözlerimin faltaşı gibi açıldığını görünce de "ben biyoloji ve kimya okudum, 62 yaşında papaz oldum" dedi. ağzım uzun süre kapanmamacasına açık kaldı.

* türkiye'de çoğunluk, bu ziyaretin neden şimdi gerçekleştiği ve sezer'in ratzinger'i davet ettiğini anlamamış durumda. birinci sorunun yanıtı şu: türkiye programı regensburg konuşmasından önce belirlenmişti, bu konuşmanın yarattığı gergin atmosferden sonra türkiye ziyaretinin iptal edilmesi, papalık'ın geri adım atmasından öte, dünyaya bu gerginliğin kalıcı olduğu mesajını verebilirdi. bu yüzden ratzinger programını bozmadı. ikinci sorunun yanıtı ise, katolik ve ortodoks kiliseleri arasındaki diyalogun sürdürülmesi için, sezer ratzinger'i davet etmese, bartholomeos edecekti; hem de ekümenik sıfatı ile. ondan sonra türkiye cumhuriyeti, varolan resmi politikasıyla pirincin taşını ayıklamakta çok zorlanırdı.

Perşembe, Kasım 23, 2006

öseyeme götümü ye!

çalıştığım yer için bir yükseköğretim raporu hazırlıyorum. çalıştığım yerde, türkiye'deki üniversiteye giriş sisitemini bilmeyen ve doğal olarak son günlerde kopan katsayı yaygarasını anlamayan insanlar çalışıyor. onlara anlatabilmek için ösym'nin web sitesine girip bütün verileri toplamaya başladım.

ortalıkta uçuşan sayılar ve bu sayıları hesaplama yöntemleri, tek kelimeyle inanılmaz. örneğin ortaöğretim başarı puanının hesaplanması formülü -4 sayfalık bir açıklama var-. sonra, yaptığınız soru sayısına göre geçtiğimiz yıl olsa idi alacağınız puanın hesaplanması. formüller, sayılar, hepsi işte bu sitede.

bu sitenin bana söylediği şey, bu işin kendi içinde kocaman bir endüstriye çoktan dönmüş olduğu, ve bu sistemin uzun bir süre daha iyisi ile değiştirilemeyeceği. iyi zamanda okumuş, iyi zamanda atlatmışım bu işleri. bu çağın liselilerine yazık.

rapora ne mi yazacağım? 4 sayfalık açıklamayı ve o nobellik formülü verip "araştırmaya devam etmemi istiyor musunuz?" diye soracağım.

Çarşamba, Kasım 22, 2006

robert altman öldü

kendisi bağımsız amerikan sinemasının mühim adlarından biriydi. sistemi çok iddialı kalıplar kullanmdan deşifre eden, insanların yaşamlarının birbiriyle kameranın gözünden çakıştığı güzel filmleri vardır. filmleri kalabalıktır, bir sürü insan, bir yerden bir yere gider, dolaşır, görünür.

hemen her alan 'giydirmişliği' vardır. militarizmle dalga geçtiği M.A.S.H. ile hız alan serüveni, hollywood ile uğraştığı the player, moda endüstrisi ile uğraştığı pret-a-porter, country müzik sektörüne baktığı nashville, amerikan tarzı yaşama baktığı short cuts gibi filmlerle devam etti.

amerikan bağımsız sinemasının onun açtığı yoldan ilerlediğini söylemek abartı olmaz. siz de, henüz altman'a vakıf olmadıysanız, yukarıdaki filmlerden biri ile başlamanızı öneririm.

Salı, Kasım 21, 2006

odtü: eski üniversite, şimdi ticarethane

odtü çağdaş dans topluluğu, dokuz yıldır odtü'de bir festival düzenliyor. uluslararası çadaş dans topluluklarının da katıldığı, ünü çoktan kampus dışına taşmış bir festival.

geçende 'iş icabı' beni ziyarete geldiler. 'üniversite sizi destekliyor mu?' diye sordum. desteklemek ne gezer, kendi kültür ve kongre merkezi'ni bu işi yapan öğrencilere kiralıyormuş. kendi üniversitesinin öğrencilerine.

paralı üniversiteye hayır diyemedim ben hiç; çünkü -burslu olsam da- paralı bir üniversiteden mezun oldum. hatta şu andaki düşüncemle, üniversitelerin cüzi miktarlarda da olsa, kendi ekonomik ve dolayısıyla siyasi bağımsızlıklarını koruyabilmeleri için paralı olmasını savunabilirim. ancak yukarıda verdiğim örnek, ticarethane zihniyetinin nerelere kadar uzanabildiğini gösteriyor: paralılaşmanın da böyle bir tehlikesi var. benim aklım hakikaten durdu. senin üniversiteni uluslararası platformlarda tanıtan böyle bir 'sivil' etkinliğe o salonu vermemen için gözünün çizgi filmlerdeki gibi dolar işaretleriyle kaplanmış olması gerekir. bu kadar sığlık, böyle bir akıl noksanlığı, odtü'ye yakışmıyor. yakışmaz idi. eskiden.

ankara-istanbul

ankara'da bir süre daha geçirdikçe, istanbul ile ayrıştıkları diğer noktaları da keşfediyorum.

en büyük sorun, adam gibi bir radyo kanalının olmaması. en iyisi dedikleri radyo odtü bile, rezilden hallice bir yayın yapıyor. açık radyo'nun bir istisna olduğunu biliyordum, ama radyo eksen kıvamında bir radyo da çok zor olmasa gerekir. radyo odtü ise, belki arada bir güzel bir rock parçası çalar diye beyhude zaman harcanılan bir kanal.

ankara'nın bir vejetaryen için cennet olmadığını biliyordum; ama ev yemeği yaptığını söyleyen, güzelce dekore edilmiş yerlerin yemek kalitesi, isyan bayrağı açtıracak türden. ankara'da yerleşik kitlenin yemek kültürü olmaması şaşırtıcı değil. sonuçta kendi burjuvazisi olmayan, şehrin en kaliteli kitlesinin diplomatlar olduğu -onlar da ne anlar akdeniz mutfağından-, zevksiz ve çapsız ancak paralı insanların lokantaların temel müşterisi olduğu bir yerdeyim.

ağzının tadını bildiğini iddia edenler, zenger paşa konağı gibi yerlerde bol turistik atraksiyon eşliğinde ikinci sınıf kebap yiyor, ev yemeği tercih edenlerse, yemekleri birbirinden beter, mantar gibi yerlere gidiyor. benim için kötü mü oluyor, hayır. evde yemek repertuvarımı geliştiriyorum. param da cebimde kalıyor. ama yine de düpedüz kötü olan yerlere birilerinin 'iyi' demesi sinir bozuyor.

sanki bu ülkede farklı bir şey olabilirmiş gibi.

Cuma, Kasım 17, 2006

şemdinli devam ediyor

bugünkü yeni şafak gazetesi, haklı bir başlık kullanmış, "şemdinli'den daha ağır itiraf" diye. türk silhalı kuvvetleri'nin yüce mensupları, kendi yurttaşlarını dinleyip bombalamak amacıyla bir hacker ile temasa geçmiş. ordumuzun yüksek teknoloji kullanması göğsümü ne kadar kabarttı bilemezsiniz. ne o, şemdinle'deki gibi, adamın eline bomba verip yollanır mı, ne kadar acemice. yaptın mı böyle yapacaksın. önce bilgisayar ağlarına girip tüm ayrıntılarını öğreneceksin, ondan sonra bombalayacaksın. mossad'ın yaptığı gibi.

mossad demişken, hacker'ımız yunus harputlu'nun bilgileri verdiği binbaşı, o bilgileri üç israilli'ye teslim etmiş.

yeni şafak olayı atabeyler'e bağlayarak hafife almış. atabeyler çetesi ne ki, bu işin altında daha büyük bir çete var. liderlerinin suçüstü yakalanan üyelerini "tanırım, iyi çocuktur" diyerek kanatları altına aldığı, türkiye'nin en iyi silah stokuna sahip, herkese korku salan, konumunu kaybetmemek için gözünü budaktan sakınmayan bir çete. yaka silksek de, onların şefkatli kolları altında yaşamaya mecbur bırakılıyoruz. müşfik mafya babaları, bizi koruyorlar.

Çarşamba, Kasım 08, 2006

ecevit'in cenazesi

kör ölünce badem gözlü olurmuş. acaba ölüye saygı, nasıl bir mitolojik kökenden geliyor? yoksa yalnızca yanıt hakkı yoksunluğundan kaynaklı suskunluk mu? yoksa ikisinin bileşimi mi? bu dünyadan gidenler ile tek yanlı iletişime geçmenin ayıp olduğunu neden düşünüyoruz acaba?

tabii, bir yandan onlar hakkında konuşmazken, bir yandan da cenaze ve cenazedeki kalabalık üzerinden bir siyasi hesap yapmak da olası. yukarıda sözünü ettiğim, ölüler dünyası ile bizim dünyamızı ayıran çizgilere gösterilen özen, bir anda tuzbuz oluyor. ama 'konuşmak' hala büyük ölçüde tabu iken, cenazeyi sömürmek daha hoşgörülebilir oluyor. çünkü ilki, tabu eşiğini aşmış durumda. bir tür dokunulmazlık kazanıyor. rasyo ile ilişkisini zayıflatma hakkı veriliyor ona, toplumsal 'anlayış' tarafından.

cumartesi günü cenazeyi göreceğiz. büyük olasılıkla akp'nin protesto edileceği bir siyasi gösteriye dönüştürülecek. sanki akp'nin varlığı ile ecevit'in ölümü arasından doğrudan bir bağ varmış gibi.