şu andaki akp-ordu peşrevinin konjonktürü mü, yoksa genelgeçer bir 'ulusçuluk' hali mi, ona karar veremedim; ama genelkurmay başkanı yaşar büyükanıt'ın erken doğan 30 ağustos bildirisindeki tona dikkat kesilmeden edemedim.
ilk paragraftaki 'yüce türk ulusu' her ulusun gereksindiği bir 'ayna ayna güzel ayna' olsa gerekir diye düşünürken, ilerleyen paragraflarda bu aynanın kahkaha aynasına dönüşmesini adım adım okuyorum:
"(...)Türk ulusunun 'doğuştan taşıdığı kabiliyet ve kudret' ile şekillenen"
bu tondaki içkin ırkçılık, türkler'e mahsus değil. ulus denen zehir, böyle 'self fulfilling prophecy'lere gereksinim duyuyor. ancak dünyada hangi ulusların bunu ritüel zemininden gerçekliğe taşımaya bizi kadar müsait olduğu, tabii ki bir araştırma ve tartışma konusu.
merak ettiğim bir konu da şu: diyelim ki, büyükanıt'la bir ortamda bir araya geldik. ben ona bir topluluğun doğuştan özelliklerinin olduğunu savunmanın siyasi sakıncaları bir yana, bilimsel olmadığını, hatta biraz da gaza getirmek amacıyla, atatürk'ün öngördüğü bilimsellikten uzak bir yaklaşım olduğunu söylesem acaba ne der? tabii ki atatürk'ün "muhtaç olduğun kudret" sözünü anımsatır. neymiş, ulusçuluk da çevresinde bir dogmalar örgüsü bulunan bir din imiş.
"(...)Atatürk'ün İlke ve Devrimleriyle kurulan Türkiye Cumhuriyeti'ni sonsuza kadar yaşatacak dinamik gücün temeli olmaya devam edecektir."
"sonsuz", ne kadar çekici bir sözcük!
kahkaha aynası demiştik. kendini olduğundan uzun ve heybetli görmek için iyi bir yol. yalnız, sen şişinirken, dua et de yanındakiler senin aynadaki çarpıtılmış imgene gülmeye devam etsin, şişinen sana değil.
Cuma, Ağustos 31, 2007
Çarşamba, Ağustos 01, 2007
tiksinmeye devam
iktidar olma hali dönüştürmez insanları. iktidar olabilme olasılığı dönüştürmeye başlar, çok zaman önce. tepeye yaklaşılan her adımda, bir zamanlar samimi bulmadığınız, yöntemlerinden nefret ettiğiniz, tiksindiğiniz insanlar gibi olduğunuzu fark edersiniz. erken fark eden çok az olsa gerekir; çünkü iktidara yaklaşıp da onun yılışık dilini benimsemeyen az kişi vardır.
zaman gazetesinin fethullah gülen'in mülayim gazetesi olarak yola çıktığı günden bugüne epey zaman geçti. şimdi, türkiye'nin en çok dağıtılan üç gazetesinden biri, ve iyi bir referans gazetesi olduğunu iddia ediyor. ancak popülerleştikçe, o imtina ettiği hürriyet gazetesinin dilini benimsiyor. kastım, 'laik' söylem değil, belaltı vurma potansiyeli.
birkaç gün önce nesin vakfı'nın şirince köyü'ndeki matematik enstitüsü'nün inşaatının kaçak olduğu için mühürlendiği haberleri gazetelere yansımıştı. , bunu kötü niyetten değil; ancak dalgınlıktan kaynaklı bir hareket olarak yorumlamış, bu yüzden de başlığını atmıştı. ali nesin de kesilen para cezasını ödeyeceklerini, mührün kaldırılması içni avukatının gerekli mercilere başvurduğunu söylemişti.
ama zaman gazetesinin acar taşra muhabiri, olayı takip etmeyi sürdürmüş ve eğitimin mühürlenen kampta devam ettiği sonucuna varmış. hepsi bir yana, özellikle fotoğrafaltına ve son cümleye dikkatinizi çekerim: "bu arada matematik için bir araya gelen öğrencilerin el arabalarıyla kampa taşıdıkları bira kutuları dikkat çekti." sanki oraya gelen öğrencilerin tek derdi, akşama kadar bira içip sızmakmış gibi. bu nasıl tiksinti verici bir dildir, bu ne menem bir linç arzusudur, benim dimağım almıyor. sanki muhabir, elinde olsa izmir'deki 'mütedeyyin' ahaliyi gaza getirip ellerine birer de kibrit tutuşturacak. öyle ya, izmir'in ne eksiği var sivas'tan!
ötekine tahammülsüzlük , hürriyet ile zaman'ı aslında aynı kılıyor. onlar, düşman kardeşler. ama yine de, ille de, 'aynı nesebin dölleri'.
zaman gazetesinin fethullah gülen'in mülayim gazetesi olarak yola çıktığı günden bugüne epey zaman geçti. şimdi, türkiye'nin en çok dağıtılan üç gazetesinden biri, ve iyi bir referans gazetesi olduğunu iddia ediyor. ancak popülerleştikçe, o imtina ettiği hürriyet gazetesinin dilini benimsiyor. kastım, 'laik' söylem değil, belaltı vurma potansiyeli.
birkaç gün önce nesin vakfı'nın şirince köyü'ndeki matematik enstitüsü'nün inşaatının kaçak olduğu için mühürlendiği haberleri gazetelere yansımıştı. , bunu kötü niyetten değil; ancak dalgınlıktan kaynaklı bir hareket olarak yorumlamış, bu yüzden de başlığını atmıştı. ali nesin de kesilen para cezasını ödeyeceklerini, mührün kaldırılması içni avukatının gerekli mercilere başvurduğunu söylemişti.
ama zaman gazetesinin acar taşra muhabiri, olayı takip etmeyi sürdürmüş ve eğitimin mühürlenen kampta devam ettiği sonucuna varmış. hepsi bir yana, özellikle fotoğrafaltına ve son cümleye dikkatinizi çekerim: "bu arada matematik için bir araya gelen öğrencilerin el arabalarıyla kampa taşıdıkları bira kutuları dikkat çekti." sanki oraya gelen öğrencilerin tek derdi, akşama kadar bira içip sızmakmış gibi. bu nasıl tiksinti verici bir dildir, bu ne menem bir linç arzusudur, benim dimağım almıyor. sanki muhabir, elinde olsa izmir'deki 'mütedeyyin' ahaliyi gaza getirip ellerine birer de kibrit tutuşturacak. öyle ya, izmir'in ne eksiği var sivas'tan!
ötekine tahammülsüzlük , hürriyet ile zaman'ı aslında aynı kılıyor. onlar, düşman kardeşler. ama yine de, ille de, 'aynı nesebin dölleri'.
Pazartesi, Temmuz 30, 2007
herkes ikiyüzlü
devranın bu denli hızlı dönmesi, bir yanılsama; ancak işi olayları günlük bir görüngüden yorumlamak olanlar, bu yanılsamanın ayırdına varamıyorlar. vakti zamanında, ana akım medyanın kurmayları, o tiksinti verici çokbilmiş tonlarıyla erdoğan'a öğüt verirlerdi. bu tonun bugünlerde islamcı gazete yazarları tarafından ödünç alındığını görmek, nedense, şaşırtmıyor. tabii, onları 'öğüt tahtası'nda chp ve lideri deniz baykal var. amiyane olacak ama, düşene bir tekme vurma fırsatını, islamcı da olsa laik de, medya kaçırmaz.
chp'yi kurtarmaya soyunan islamcılar'ın temel önerilerinden biri chp'nin 'halka yakınlaşması'. ancak hiçbiri bunu akp'nin toplumsal politika alanındaki boşlukları chp'nin doldurma yetisi kazanmaya çabalaması olarak somutlaştırmıyor. neden? çünkü hiçbirinde akp'nin, örneğin, hayırseverlik mefhumuna dayanan neoliberal yoksullukla mücadele stratejisini eleştirme niyeti yok. ne gerek var ki, adamlar zengin ya da yoksul, türkiye'nin yarısının oyunu almış.
yazılar turalar atılıyor. postmodern zamanlarda zaman daha da hızlanıyor. warhol 15 dakikalığına şöhret demişti, şimdi 15 dakikalığına tutumlarımız var. 15 dakika sonra kullandığı yılışık, yapışkan dile bakılırsa, bugünün mazlumunun yarının zalimi olması olması kaçınılmaz görünüyor.
chp'yi kurtarmaya soyunan islamcılar'ın temel önerilerinden biri chp'nin 'halka yakınlaşması'. ancak hiçbiri bunu akp'nin toplumsal politika alanındaki boşlukları chp'nin doldurma yetisi kazanmaya çabalaması olarak somutlaştırmıyor. neden? çünkü hiçbirinde akp'nin, örneğin, hayırseverlik mefhumuna dayanan neoliberal yoksullukla mücadele stratejisini eleştirme niyeti yok. ne gerek var ki, adamlar zengin ya da yoksul, türkiye'nin yarısının oyunu almış.
yazılar turalar atılıyor. postmodern zamanlarda zaman daha da hızlanıyor. warhol 15 dakikalığına şöhret demişti, şimdi 15 dakikalığına tutumlarımız var. 15 dakika sonra kullandığı yılışık, yapışkan dile bakılırsa, bugünün mazlumunun yarının zalimi olması olması kaçınılmaz görünüyor.
seçimler ve sonrası
bir türlü elim gidip de yazamadım. muhtemelen bu sınıf savaşında ezilecek çimenin yine ben olduğunu bilmemden kaynaklı. ancak bir yandan da, ben henüz ilkokula başlamamışken babamı yalnızca sendika üyesi olduğu için hapse gönderen, kızkardeşimin o hapisteyken doğmasına neden, mamak'ta, diyarbakır'da mahkumlara uyguladıkları işkenceler dillere destan, türkiye'nin en örgütlü silahlı çetesinin güzel bir şamar yemesi keyif vermedi desem yalan olur. hatta bunun keyfini iki gün falan çıkardım, ta ki ecnebi basındaki 'özgürlük kahramanı akp', 'özgürlüğü tescil eden seçimler' yorumları yağmaya başlayana kadar.
uzun sözün kısası, bu savaşın bu raundunun mağlubunun sevmediğim birileri olması, galibini sevdiğim anlamına gelmiyor. iki kötü ünlü takımın maçını seyreder gibiyim.
aslında yapmakta olduğumuz bu: izlemek. kimilerinin dediği gibi, güçsüzlüğümüzden kaynaklı bir 'izleme' hali değil bu; şu andaki 'ikilik' bu olduğu için, sol ne kadar güçlü olursa olsun, bu savaşı -beylik lafları eyledikten sonra- izlemek zorunda kalacaktı.
bundan sonrasının daha 'eğlenceli' bir hal alacağı kesin. kimse mevzisini halk denilen kalabalığın bir bölümü bir 'manifestasyonda bulundu' diye öyle kolay terketmez. halkın düşüncesini değiştirmesi için çalışmalar yakın gelecekte başlar. öteki taraf da boş durmaz. birkaç çete daha ortalığa saçılır, hatta bir rütbeli asker duruma göre okkaaltına sokulur.
bu arada, pkk, yapacağı ittifaka ya da kendine biçtiği role göre eylemlerini artırır ya da azaltır. sağda solda pkk menşeili -ya da değil- bombalar patlar, bir iki kişi daha öldürülür.
çimenler, çimenler...
uzun sözün kısası, bu savaşın bu raundunun mağlubunun sevmediğim birileri olması, galibini sevdiğim anlamına gelmiyor. iki kötü ünlü takımın maçını seyreder gibiyim.
aslında yapmakta olduğumuz bu: izlemek. kimilerinin dediği gibi, güçsüzlüğümüzden kaynaklı bir 'izleme' hali değil bu; şu andaki 'ikilik' bu olduğu için, sol ne kadar güçlü olursa olsun, bu savaşı -beylik lafları eyledikten sonra- izlemek zorunda kalacaktı.
bundan sonrasının daha 'eğlenceli' bir hal alacağı kesin. kimse mevzisini halk denilen kalabalığın bir bölümü bir 'manifestasyonda bulundu' diye öyle kolay terketmez. halkın düşüncesini değiştirmesi için çalışmalar yakın gelecekte başlar. öteki taraf da boş durmaz. birkaç çete daha ortalığa saçılır, hatta bir rütbeli asker duruma göre okkaaltına sokulur.
bu arada, pkk, yapacağı ittifaka ya da kendine biçtiği role göre eylemlerini artırır ya da azaltır. sağda solda pkk menşeili -ya da değil- bombalar patlar, bir iki kişi daha öldürülür.
çimenler, çimenler...
Salı, Temmuz 17, 2007
oyak: altı ulusalcı kaval, üstü küreselci şişhane
bankasının satışı ile 'ulusal' kimliği tartışılmaya başlanan oyak adını daha sıkça görecek gibiyiz. askerlerden zorla yapılan kesintilerle oluşturulan 'kurum', türkiye'nin üçüncü büyük holdingi. demir-çelikten mayoneze kadar türlü alanlarda yatırımı ve varlığı var. üstelik etkinlik alanı türkiye ile sınırlı değil.
bu ayki express'te yer verilen oyak çözümlemesi, 9 temmuz tarihli today's zaman'da da benzer biçimde ele alınmış. oyak, türkiye'nin -ve tabii ki türk ordusu'nun- varlığını bir rahatsızlık nedeni olarak bellediği özerk kuzey ırak yönetimi'nde en çok yatırım yapan firma. tabii bunu 'ulusal' söylemde gedik açtırmamak adına taşeron ya da paravan şirketlerle yapıyor. tüm bunların kayıtları da kuzey ırak yönetiminde duruyor. hatta erbil'deki jet pistindeki inşaatların demirlerinin iran'dan geldiğinni anlaşılması üzerine abd yönetiminin inşaatı nasıl iptal ettirip demirlerin oyak tarafından karşılanması sonrasında inşaatı yeniden başlattığını herkes biliyor.
kuzey ırak yönetimi, bu durumu avantaja çevirmek için türk silahlı kuvvetleri'nin kuzey ırak'a düzenleyeceği herhangi bir operasyonun ucunun türkiye ekonomisine dokunacağını, kürdistan yurtseverler birliği ankara temsilcisi behroz gelali ağzıyla iletti. gelali'nin açıklamasında adı geçen oyak, hızla tepki gösterdi. açıklamada "bizim demirimizi alanın o demiri nerede kullanacağını nereden bilelim?" deniyor. ancak bu açıklama, hele oyak'ın kuzey ırak'ta iş yapmak için iş yaptığı firmalar isim isim bilinirken, komik kaçıyor.
isimleri merak edenler, bu ayki express dergisine bir göz atsın.
göz atılması gereken bir başka yazı da, avrupai sosyal demokratımız zeynep göğüş'ün hürriyet'teki şu yazısı. astsubaylardan kesilen paranın asla geri ödenmemesini 'küçük bir ayrıntı' olarak niteleyen biri, kendine nerede sosyal demokrat diyebilir? bildiniz: baykal'ın başkanı olduğu bir partide! ancak göğüş, entegrasyon konusunda haklı: oyak, küresel kapitalist sisteme en iyi entegre olan türk kurumu bile olabilir. ama bunu yaparken bir yandan da ulusalcı makamdan çalması, işte orası şişhane.
bu ayki express'te yer verilen oyak çözümlemesi, 9 temmuz tarihli today's zaman'da da benzer biçimde ele alınmış. oyak, türkiye'nin -ve tabii ki türk ordusu'nun- varlığını bir rahatsızlık nedeni olarak bellediği özerk kuzey ırak yönetimi'nde en çok yatırım yapan firma. tabii bunu 'ulusal' söylemde gedik açtırmamak adına taşeron ya da paravan şirketlerle yapıyor. tüm bunların kayıtları da kuzey ırak yönetiminde duruyor. hatta erbil'deki jet pistindeki inşaatların demirlerinin iran'dan geldiğinni anlaşılması üzerine abd yönetiminin inşaatı nasıl iptal ettirip demirlerin oyak tarafından karşılanması sonrasında inşaatı yeniden başlattığını herkes biliyor.
kuzey ırak yönetimi, bu durumu avantaja çevirmek için türk silahlı kuvvetleri'nin kuzey ırak'a düzenleyeceği herhangi bir operasyonun ucunun türkiye ekonomisine dokunacağını, kürdistan yurtseverler birliği ankara temsilcisi behroz gelali ağzıyla iletti. gelali'nin açıklamasında adı geçen oyak, hızla tepki gösterdi. açıklamada "bizim demirimizi alanın o demiri nerede kullanacağını nereden bilelim?" deniyor. ancak bu açıklama, hele oyak'ın kuzey ırak'ta iş yapmak için iş yaptığı firmalar isim isim bilinirken, komik kaçıyor.
isimleri merak edenler, bu ayki express dergisine bir göz atsın.
göz atılması gereken bir başka yazı da, avrupai sosyal demokratımız zeynep göğüş'ün hürriyet'teki şu yazısı. astsubaylardan kesilen paranın asla geri ödenmemesini 'küçük bir ayrıntı' olarak niteleyen biri, kendine nerede sosyal demokrat diyebilir? bildiniz: baykal'ın başkanı olduğu bir partide! ancak göğüş, entegrasyon konusunda haklı: oyak, küresel kapitalist sisteme en iyi entegre olan türk kurumu bile olabilir. ama bunu yaparken bir yandan da ulusalcı makamdan çalması, işte orası şişhane.
Etiketler:
kuzey ırak,
kyb,
oyak,
türk silahlı kuvvetleri
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)