Çarşamba, Ekim 11, 2006

ankara-istanbul

ankara'ya geri döneli altı hafta oldu. nerdeyse beş yıllık ayrılıktan sonra, değişmiş olduğunu gördüğüm bazı şeyler şunlar:

* eski memur/öğrenci kenti, 'tüketici' adlı yeni sınıfın egemen olduğu bir şehre dönüşmeye başlamış. ben istanbul'a taşınırken, metro, hosta, real gibi tek tük alışveriş merkezleri vardı, onlar da şehrin epey dışındaydı. bunun tek istisnası beğendik idi. şimdi alışveriş merkezleri şehrin içine doğru gelirken, şehir de dışarılara kaymaya başlamış. yani, bir tür kucaklaşma sözkonusu.

* melih gökçek’in frapan zevki, şehre damgasını vurmaya başlamış. bunun yalnızca gökçek ile bir ilgisi yok. onun zevksizliği yalnızca bir sonuç. bu zevksizliği besleyen damar ise, ankara’ya yerleşenlerin genel beğeni anlayışı. düşünüyorum da, şehrin alman plancılar tarafından biçimlendirilmesinin, ankara’ya göç edenlerin şehirler ilişkilerini getto denklemi üzerinden kurması ile bir ilgisi var mı?

* tüketici sınıfının oluşması ile birlikte, emlak anlayışı, çılgın bir rantçılıkla birleşmiş. şu anda istanbul’da olmayan bir arsa paylaşım kavgasının ankara’da olduğu söylenebilir. ne de olsa istanbul’un genişleyebileceği bir yer kalmadı; ama ankara’nın dört yanı hala bakir. neoliberalizm, ankara2ya biraz geç de olsa gelmiş. türkiye denklemleriyle birleşince de, tanıl bora’nın belirlediği gibi, ortaya bir “taşrapol” çıkmış.

* şehirde yeni cazibe merkezleri türemeye başlamış. yüzüncü yıl civarının öyle olduğunu söylüyorlar. konutkent zaten öyle olma eğilimi gösteriyordu. benim de oturduğum yıldız, adamakıllı gelişmiş. tek bilmediğim, doğu cephesinde neler olduğu. bir zamanlar “doğukent” diye bir ölü proje vardı. acaba benzer projeler orada yürüyor mu?

* trafik adamakıllı sorun olmuş. yalnızca trafiğe çıkan araç sayısı değil, bu araçların arasındaki cip sayısı da inanılmaz artmış. istanbul’a o kadar laf etsem de, ankara’nın görmemiş zenginleri bir başka oluyor.

değişmemiş olan bir şey var: iki, belki de daha fazla ankara’nın yaşamı, birbirinden kalın çizgilerle ayrılıyor. güney ile kuzey, her zamanki gibi, kızılay’dan itibaren ayrışıyor. sanki kızılay’da görünmez bir berlin duvarı varmış gibi. istanbul’un kaotik, renkli ama bir o kadar da yıpratıcı içiçeliğinden sonra; buradaki ‘urban segregation’, insana tuhaf geliyor.

burada kendime sorup durduğum bir soru var: hangisi daha ahlaki? varsıl ile yoksulun istanbul’daki gibi gerilimli biraradalığı mı, yoksa ankara’daki gibi gerilim ve kesişim hatları net biçimde belirlenmiş bir şehir yaşantısı mı? ilki demek, ya da ikincisini seçenleri küçük burjuva konformizmi ile suçlamak, kolaycılık gibi geliyor bana. yine de, böyle bir sorunun kolektif bir yanıtı olamıyor sanırım. ya da öyle bir yanıt verilecekse, bu, sorunun başka sorularla desteklenmesi ile mümkün olsa gerekir.

sonuçta, kesin olan bir şey var: ankara’da yaşam daha dingin, ‘durgun’ da diyebilirsiniz, ve daha az gergin. en azından, istanbul’daki gibi bir şehir gerilimi sözkonusu değil.

Hiç yorum yok: