bugünkü gazetelerin birçoğunun manşetinde, o değilse baş sayfasındaydı. hem yeni şafak, hem hürriyet bu fırsatı kaçırmamıştı. yeni şafak, silahlı kuvvetler'e bir darbe vurmanın daha sevinciyle "2.6 milyar dolar bulunca oyakbank'ı hollandalı'ya sattı" demiş. acaba avuç içi açık olan sağ eli, yumruk biçiminde sıkılı olup yere dik duran sol ele havadan hızlıca vurmak, günah mıdır? değilse, yeni şafak çalışanlarının hepsinin bunu yaptığından şüphem yok.
hürriyet gazetesi, bankanın yönetim kurulu başkanı coşkun ulusoy'un erdemir ihalesi sırasındaki 'ulusalcı' çıkışını muzipçe, ama yukarıdan bakan bir dille anımsatmış ve "tişörtlü şov rafa kalktı" başlığı atmış. başkötü özkök de homo ekonomikus'un dönüşü başlıklı yazısında "evladım, olur böyle şeyler, kapitalizm neleri kimleri yola getirmedi, sizi de elbet getirir." kıvamında bir yazı yazmış. yazıyı okurken özkök'ün şefkatli elini ulusoy'un omzunda hisseder gibi oldum.
ama asıl komik olanı, cumhuriyet'in başlığı: "oyakbank da gitti". başlıktaki yavuz turgul filmi havası, öldürdü beni!
yabancı sermaye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yabancı sermaye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Çarşamba, Haziran 20, 2007
Perşembe, Haziran 14, 2007
arkadaş sohbetinde "yabancı sermaye" -2-
hazine müsteşarlığı dün öğleden sonra “uluslararası doğrudan yatırımlar raporu 2006”yı yayınladı. bir kısmı bugünkü bazı gazetelerde var. çok kısa notlarla birkaç gündür süren tartışmada ortaya konan anafikirler hakkında detaylı değerlendirme olanağı sunacak rakamları sergileyelim;
2006’da tüm dünya ekonomisinde uluslararası doğrudan yatırımların bir önceki yıla göre artış oranı yüzde 34,3 olmuş. türkiye’de ise bu oran yüzde 105,7 olarak gerçekleşmiş. yani türkiye, dünya ortalamasının üç kat üstünde yabancı sermaye çekmiş.
20 milyar 168 milyon dolarlık türkiye’ye gelen yabancı sermayenin 2 milyar 922 milyon doları, şu çok tartışılan yabancılara gayrimenkul satışıyla sağlanmış. yani istihdam, üretim, gelir artışına katkısı sıfır. tabi adamların aldıkları gayrimenkullerde (konut, arsa, vs...) çalıştırdıkları hizmetliler hariç. (ki çalıştırırlar mı bilmiyorum) haa, tabi denebilir ki “bu para da sonuçta bu ülke insanının cebine girdi”. evet, doğru ama cebine bu yolla para girenlerin sayısının toplasan bini geçmeyeceğini düşünürsek topyekun kalkınmaya mı yoksa yeni zenginler yaratılmasına mı hizmet ettiği, ediyorsa da ne kadar ettiği de tartışılır.
toplam yabancı sermaye tutarının 15,4 milyar doları şirket birleşme ve devralmalarıyla sağlanmış. bunun 13 milyar 239 milyon doları da sadece beş şirketin, telsim, denizbank, finansbank, türk telekom ve petrol ofisi’nin satışından sağlanmış. 1 milyar 768 milyon dolar da özelleştirilen kuruluşların 2006’da gerçekleşen satış bedeli tahsilatlarıyla elde edilmiş.
hazine, ernst & young’ın birleşme ve satın alma işlemleri raporu’ndan alıntılar yapmış. bu rapora göre de birleşme ve satın almaların ulaştığı toplam tutar 18,3 milyar dolar görünüyor. değeri açıklanmamış işlemlerle bu rakamın 19,2 milyar dolara ulaştığı tahmin ediliyor. aradaki rakamsal farklılıklar iki kurumun sorumluluğunda...
yabancı sermayenin gözde sektörleri yüzde 44 payla finans, yüzde 40,5 payla telekomünikasyon olmuş.
şimdi iki çarpıcı (benim açımdan) veri var. birincisi yeni yatırımlarla ilgili. türkiye’ye son beş yılda yabancılar tarafından 1007 yeni yatırım için başvuru yapılmış. bunların tamamı teşvik belgesi almış. toplam tutarları 12 milyar 260 milyon dolar olmakla birlikte ne zaman bitecekleri konusunda raporda ayrıntı yer almamış. 2002’den itibaren yer verilen proje bilgilerinin hangilerinin tamamlanıp kaç kişiye istihdam sağladığı da belirtilmemiş. ancak bu 1007 projeden “tamamen yeni/sıfırdan başlatılan proje” olarak belirlenenlerin sayısı 431 olarak ifade edilmiş. yani toplamın adet olarak yüzde 43’ü. tutar olarak ise tamamen yeni projelerin bedeli 4 milyar 550 milyon dolar. yani toplamın yüzde 37’si. tamamen yeni projelerin sayısının da önceki yıllara göre 2006’da azaldığı görülüyor. 2003’te 101 olan sayı, 2006’da 82’ye gerilemiş.
iki çarpıcı veriden bana göre asıl çarpıcı ve dikkat çekici olansa şu: hazine, son 6 yıl itibariyle yabancı sermaye giriş tutarlarını verirken kazançlarından yeniden yatırıma yönlendirilen bölümleri de açıklamış. buna göre 2001’de giren 3 milyar 352 milyon dolarla 2002’de gelen 1 milyar 137 milyon doların tek kuruşu bile yeniden türkiye’de yatırıma yönlendirilmemiş. hadi diyelim ki kriz yıllarıydı, kar sağlayamadılar. 2003’te 1 milyar 752 milyon dolar girmiş. bu parayla elde edilen kazancın 132 milyon dolarını yeni bir yatırımda kullanmışlar. 2004’te 2 milyar 883 milyon dolar girmiş, kazancın 204 milyon doları yeniden yatırımlara dönmüş. 2005’te 9 milyar 801 milyon dolar yatırım yapan yabancı sermaye 81 milyon doları tekrar yatırımlara akıtmış. ve 2006’daki 20 milyar 168 milyon dolarlık rekor girişin yeniden yatırıma dönen kazanç tutarı 144 milyon dolar olmuş.
sadece şu beş şirketin geçen yılki karının bile 3 milyar doların üstünde olduğunu düşünürsek türkiye’de kullanılan 144 milyon dolara teşekkür etmemiz mi şükretmemiz mi gerekiyor? ben bilemedim.
2006’da tüm dünya ekonomisinde uluslararası doğrudan yatırımların bir önceki yıla göre artış oranı yüzde 34,3 olmuş. türkiye’de ise bu oran yüzde 105,7 olarak gerçekleşmiş. yani türkiye, dünya ortalamasının üç kat üstünde yabancı sermaye çekmiş.
20 milyar 168 milyon dolarlık türkiye’ye gelen yabancı sermayenin 2 milyar 922 milyon doları, şu çok tartışılan yabancılara gayrimenkul satışıyla sağlanmış. yani istihdam, üretim, gelir artışına katkısı sıfır. tabi adamların aldıkları gayrimenkullerde (konut, arsa, vs...) çalıştırdıkları hizmetliler hariç. (ki çalıştırırlar mı bilmiyorum) haa, tabi denebilir ki “bu para da sonuçta bu ülke insanının cebine girdi”. evet, doğru ama cebine bu yolla para girenlerin sayısının toplasan bini geçmeyeceğini düşünürsek topyekun kalkınmaya mı yoksa yeni zenginler yaratılmasına mı hizmet ettiği, ediyorsa da ne kadar ettiği de tartışılır.
toplam yabancı sermaye tutarının 15,4 milyar doları şirket birleşme ve devralmalarıyla sağlanmış. bunun 13 milyar 239 milyon doları da sadece beş şirketin, telsim, denizbank, finansbank, türk telekom ve petrol ofisi’nin satışından sağlanmış. 1 milyar 768 milyon dolar da özelleştirilen kuruluşların 2006’da gerçekleşen satış bedeli tahsilatlarıyla elde edilmiş.
hazine, ernst & young’ın birleşme ve satın alma işlemleri raporu’ndan alıntılar yapmış. bu rapora göre de birleşme ve satın almaların ulaştığı toplam tutar 18,3 milyar dolar görünüyor. değeri açıklanmamış işlemlerle bu rakamın 19,2 milyar dolara ulaştığı tahmin ediliyor. aradaki rakamsal farklılıklar iki kurumun sorumluluğunda...
yabancı sermayenin gözde sektörleri yüzde 44 payla finans, yüzde 40,5 payla telekomünikasyon olmuş.
şimdi iki çarpıcı (benim açımdan) veri var. birincisi yeni yatırımlarla ilgili. türkiye’ye son beş yılda yabancılar tarafından 1007 yeni yatırım için başvuru yapılmış. bunların tamamı teşvik belgesi almış. toplam tutarları 12 milyar 260 milyon dolar olmakla birlikte ne zaman bitecekleri konusunda raporda ayrıntı yer almamış. 2002’den itibaren yer verilen proje bilgilerinin hangilerinin tamamlanıp kaç kişiye istihdam sağladığı da belirtilmemiş. ancak bu 1007 projeden “tamamen yeni/sıfırdan başlatılan proje” olarak belirlenenlerin sayısı 431 olarak ifade edilmiş. yani toplamın adet olarak yüzde 43’ü. tutar olarak ise tamamen yeni projelerin bedeli 4 milyar 550 milyon dolar. yani toplamın yüzde 37’si. tamamen yeni projelerin sayısının da önceki yıllara göre 2006’da azaldığı görülüyor. 2003’te 101 olan sayı, 2006’da 82’ye gerilemiş.
iki çarpıcı veriden bana göre asıl çarpıcı ve dikkat çekici olansa şu: hazine, son 6 yıl itibariyle yabancı sermaye giriş tutarlarını verirken kazançlarından yeniden yatırıma yönlendirilen bölümleri de açıklamış. buna göre 2001’de giren 3 milyar 352 milyon dolarla 2002’de gelen 1 milyar 137 milyon doların tek kuruşu bile yeniden türkiye’de yatırıma yönlendirilmemiş. hadi diyelim ki kriz yıllarıydı, kar sağlayamadılar. 2003’te 1 milyar 752 milyon dolar girmiş. bu parayla elde edilen kazancın 132 milyon dolarını yeni bir yatırımda kullanmışlar. 2004’te 2 milyar 883 milyon dolar girmiş, kazancın 204 milyon doları yeniden yatırımlara dönmüş. 2005’te 9 milyar 801 milyon dolar yatırım yapan yabancı sermaye 81 milyon doları tekrar yatırımlara akıtmış. ve 2006’daki 20 milyar 168 milyon dolarlık rekor girişin yeniden yatırıma dönen kazanç tutarı 144 milyon dolar olmuş.
sadece şu beş şirketin geçen yılki karının bile 3 milyar doların üstünde olduğunu düşünürsek türkiye’de kullanılan 144 milyon dolara teşekkür etmemiz mi şükretmemiz mi gerekiyor? ben bilemedim.
Pazartesi, Haziran 11, 2007
arkadaş sohbetinde "yabancı sermaye"
Bir arkadaş e-sohbetinden:
"Yabancı sermayeye karşı bir duruşu bayraklaştırmaya çalışan bir eğilim içerisinde değilim. Bu anlamda, son dönemde yükselen ve “ulusalcı” diye tanımlanan akımla yakınsayan bir duruşum zinhar yoktur. Ülkeye yabancı sermaye gelişine karşı “memleket elden gidiyor” feveranıyla yanıt veriyor da değilim. Aksine sermayeye yaklaşımım sadece “sermaye” oluşu eksenindedir. Yerlisi-yabancısına karşı “daha sıcak-daha yakın” veya “daha soğuk-daha uzak” bir duruşum yoktur. Böyle olduğu içindir ki daha bütünsel bir bakışla neyi nasıl yaptığına, önceliklerinin ne olduğuna bakarak fikriyatımı ve hissiyatımı belirlerim. Ancak Bahadır’ın iyiniyetle ortaya koyduğuna inanmakla birlikte paylaşmadığım önermesi şudur ki; memlekete daha çok girmesi istenen yabancı sermaye, mevcut pratiğiyle yaratacağı savunulan istihdam artışını sağlayamamakta, artıracağı öngörülen kalkınmayı gerçekleştirmemektedir. Ülkeye gelen yabancı sermayenin odaklandığı tek şey, “kısa vadeli ve kolay” kardır. Bu durum, tercih ettiği sektörlerden bellidir. En azından ben bu mevzuları biraz daha yakından izleyip fikir oluşturmaya başladığım dönemden beri bu böyledir. Hal böyleyken, “yabancı sermaye gelmezse memleket kalkınamaz, bu işsizlere iş bulamayız” söylemini sürdürmek, en iyimser deyimle safdillik olacaktır. Sürecin normal denebilecek bir seyirle vücut bulduğu koşullarda söylenmesi doğru olan bu ifade, yıllardır değişmeyen olumsuz bir pratiğin yaşandığı Türkiye’de hakim ve egemen medya söyleminin ötesine geçememektedir. Ki, ben her birinizin medyadaki en akıllı geçinenden bile çok daha akıllı, zeki ve analiz yeteneği yüksek beyinler olduğunuzu biliyorum. Aslında kaba hatlarıyla herkesin bildiği yabancı sermaye akışını birkaç rakamla detaylandırayım:
Hazine ve Merkez Bankası verilerini derleyen Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu, “Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımlarının Ekonomik Büyüme ve İstihdam Üzerindeki Etkileri” başlıklı çalışmasında mevzuyu irdeliyor. Ve şunu vurguluyor; Türkiye’ye sadece son iki yılda giren 30 milyar dolara yakın yabancı sermayenin 11 milyar dolarlık bölümü BANKALARA, 9.6 milyar dolarlık bölümü ulaştırma-haberleşme sektörüne, 2.2 milyar dolarlık bölümü imalat sanayiine, 1.5 milyar dolarlık bölümü de toptan ve perakende sektörüne girmiş. Ancak bu tutarın tamamı şirket birleşme ve devralmalarına yönelmiş. Yani yeni yatırım SIFIR. Haa, haklarını yemek alçaklık olur. Tabii ki yeni bir girişim, yatırım olarak ülkeye gelen yabancı sermaye de var. Ama gelmesini meşrulaştırmak için ısrarla savunulan nimetleriyle bizleri tanıştıracak ölçüde değil. 2007’nin ilk iki ayında 6 milyar 875 milyon dolarlık yabancı sermayenin 5 milyar 671 milyon doları da bankalara akmış. İmalat sanayi, toptan-perakende ve ulaştırma haberleşme sektörlerine giren kaynağın önemli bir bölümünün Dünya Bankası’nın yan kuruluşu IFC’nin kriz döneminde zor duruma düşen firmalarla kurduğu ortaklıktan geldiğini de anımsatayım.
Esasen anlamakta güçlük çektiğim mevzulardan biri de bazı söylemleri geliştirirken takınılan “iyiniyetli” tutumdur. Türkiye gibi ülkelerde her birimizin 33-34 yıllık hayatlarında örneklerini defalarca gördüğü bir gerçek bana göre şudur; Sistem, varlığını suç üstüne kurmuştur. Önce suçu yaratan sistem, daha sonra yönetsel kademelerdekileri suça bulaştırarak bir nevi meşruiyet kazanmaktadır. Suçun, kirliliğin, hadi daha yumuşak bir ifadeyle söyleyelim, ters dönen çarkın içinde yer almak istemeyenlerin birer “ifrazat” haline geldiği de bir gerçekliktir. Bu zihniyet, binbir örnekle kendini gösterir, dahası hakimiyetini fütursuzca ilan ederken sistemin içine girerek, hatta bunun için “hırslanarak”, oyunun “aynı oyuncularla” daha “temiz” olacağını söyleyebilmek ne kadar gerçekçidir. Gerçekten ülkenin kalkınmasını, istihdamın artmasını, hadi buraya da indirgemeyelim ekonomik ve sosyal-bilimsel-kültürel kalkınmanın sağlanmasını gerçekleştirmek için mevcut yapısıyla sermayeye güvenenlere bir anekdot aktarayım;
Takip edenler bilir, bu hükümet 5 yıla yakın süren iktidarında pek çok şey yaptığını, eksik kalan tek şeyin istihdam artışını sağlayamamak olduğunu bizzat Başbakan’ın ağzından söylüyor. 22 Temmuz için hazırladıkları seçim bildirgesinde de en büyük kozlarından biri kalkınma olacak. Kalkınma başlığıyla en temel argümanları istihdam artışının sağlanacağı olacak. Bu, söylemde kulağa hoş geliyor değil mi? Ama gerçek öyle değil...Önceki gün Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, OSTİM’de sanayicilerle buluştu, onların sorunlarını dinledi. 70 işçi çalıştırdığını, firmasının tek kuruş vergi borcu olmadığını söyleyen bir sanayici, ısrarla bankaların kendilerine karşı tutumundan şikayet etti. Ve tertemiz bir bilançosu olmasına rağmen kredi almakta güçlük çektiğini anlattı. Bakandan bankaların bu tutumu için yardım istedi. Birkaç kez ısrar edip “kredi alamazsam zor durumda kalacağım” deyince Unakıtan’ın yanıtı kısa ve net oldu. Hem de onlarca kameranın önünde hiç çekinmeden: “Niye zor durumda kalacaksın ki. Her zaman 70 işçiyle çalışılmaz ya. İŞÇİ ÇIKAR”
Şimdi “kimse kusura bakmasın” demeden ve açıkçası kimin hangi kusura baktığını önemsemeden şunu söylemek zorundayım: Benim önümde bu ve hergün onlarcası tekrarlanan benzerleri dururken ne sermayeye ne de onun güdümündeki siyasete inanmam."
"Yabancı sermayeye karşı bir duruşu bayraklaştırmaya çalışan bir eğilim içerisinde değilim. Bu anlamda, son dönemde yükselen ve “ulusalcı” diye tanımlanan akımla yakınsayan bir duruşum zinhar yoktur. Ülkeye yabancı sermaye gelişine karşı “memleket elden gidiyor” feveranıyla yanıt veriyor da değilim. Aksine sermayeye yaklaşımım sadece “sermaye” oluşu eksenindedir. Yerlisi-yabancısına karşı “daha sıcak-daha yakın” veya “daha soğuk-daha uzak” bir duruşum yoktur. Böyle olduğu içindir ki daha bütünsel bir bakışla neyi nasıl yaptığına, önceliklerinin ne olduğuna bakarak fikriyatımı ve hissiyatımı belirlerim. Ancak Bahadır’ın iyiniyetle ortaya koyduğuna inanmakla birlikte paylaşmadığım önermesi şudur ki; memlekete daha çok girmesi istenen yabancı sermaye, mevcut pratiğiyle yaratacağı savunulan istihdam artışını sağlayamamakta, artıracağı öngörülen kalkınmayı gerçekleştirmemektedir. Ülkeye gelen yabancı sermayenin odaklandığı tek şey, “kısa vadeli ve kolay” kardır. Bu durum, tercih ettiği sektörlerden bellidir. En azından ben bu mevzuları biraz daha yakından izleyip fikir oluşturmaya başladığım dönemden beri bu böyledir. Hal böyleyken, “yabancı sermaye gelmezse memleket kalkınamaz, bu işsizlere iş bulamayız” söylemini sürdürmek, en iyimser deyimle safdillik olacaktır. Sürecin normal denebilecek bir seyirle vücut bulduğu koşullarda söylenmesi doğru olan bu ifade, yıllardır değişmeyen olumsuz bir pratiğin yaşandığı Türkiye’de hakim ve egemen medya söyleminin ötesine geçememektedir. Ki, ben her birinizin medyadaki en akıllı geçinenden bile çok daha akıllı, zeki ve analiz yeteneği yüksek beyinler olduğunuzu biliyorum. Aslında kaba hatlarıyla herkesin bildiği yabancı sermaye akışını birkaç rakamla detaylandırayım:
Hazine ve Merkez Bankası verilerini derleyen Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu, “Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımlarının Ekonomik Büyüme ve İstihdam Üzerindeki Etkileri” başlıklı çalışmasında mevzuyu irdeliyor. Ve şunu vurguluyor; Türkiye’ye sadece son iki yılda giren 30 milyar dolara yakın yabancı sermayenin 11 milyar dolarlık bölümü BANKALARA, 9.6 milyar dolarlık bölümü ulaştırma-haberleşme sektörüne, 2.2 milyar dolarlık bölümü imalat sanayiine, 1.5 milyar dolarlık bölümü de toptan ve perakende sektörüne girmiş. Ancak bu tutarın tamamı şirket birleşme ve devralmalarına yönelmiş. Yani yeni yatırım SIFIR. Haa, haklarını yemek alçaklık olur. Tabii ki yeni bir girişim, yatırım olarak ülkeye gelen yabancı sermaye de var. Ama gelmesini meşrulaştırmak için ısrarla savunulan nimetleriyle bizleri tanıştıracak ölçüde değil. 2007’nin ilk iki ayında 6 milyar 875 milyon dolarlık yabancı sermayenin 5 milyar 671 milyon doları da bankalara akmış. İmalat sanayi, toptan-perakende ve ulaştırma haberleşme sektörlerine giren kaynağın önemli bir bölümünün Dünya Bankası’nın yan kuruluşu IFC’nin kriz döneminde zor duruma düşen firmalarla kurduğu ortaklıktan geldiğini de anımsatayım.
Esasen anlamakta güçlük çektiğim mevzulardan biri de bazı söylemleri geliştirirken takınılan “iyiniyetli” tutumdur. Türkiye gibi ülkelerde her birimizin 33-34 yıllık hayatlarında örneklerini defalarca gördüğü bir gerçek bana göre şudur; Sistem, varlığını suç üstüne kurmuştur. Önce suçu yaratan sistem, daha sonra yönetsel kademelerdekileri suça bulaştırarak bir nevi meşruiyet kazanmaktadır. Suçun, kirliliğin, hadi daha yumuşak bir ifadeyle söyleyelim, ters dönen çarkın içinde yer almak istemeyenlerin birer “ifrazat” haline geldiği de bir gerçekliktir. Bu zihniyet, binbir örnekle kendini gösterir, dahası hakimiyetini fütursuzca ilan ederken sistemin içine girerek, hatta bunun için “hırslanarak”, oyunun “aynı oyuncularla” daha “temiz” olacağını söyleyebilmek ne kadar gerçekçidir. Gerçekten ülkenin kalkınmasını, istihdamın artmasını, hadi buraya da indirgemeyelim ekonomik ve sosyal-bilimsel-kültürel kalkınmanın sağlanmasını gerçekleştirmek için mevcut yapısıyla sermayeye güvenenlere bir anekdot aktarayım;
Takip edenler bilir, bu hükümet 5 yıla yakın süren iktidarında pek çok şey yaptığını, eksik kalan tek şeyin istihdam artışını sağlayamamak olduğunu bizzat Başbakan’ın ağzından söylüyor. 22 Temmuz için hazırladıkları seçim bildirgesinde de en büyük kozlarından biri kalkınma olacak. Kalkınma başlığıyla en temel argümanları istihdam artışının sağlanacağı olacak. Bu, söylemde kulağa hoş geliyor değil mi? Ama gerçek öyle değil...Önceki gün Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, OSTİM’de sanayicilerle buluştu, onların sorunlarını dinledi. 70 işçi çalıştırdığını, firmasının tek kuruş vergi borcu olmadığını söyleyen bir sanayici, ısrarla bankaların kendilerine karşı tutumundan şikayet etti. Ve tertemiz bir bilançosu olmasına rağmen kredi almakta güçlük çektiğini anlattı. Bakandan bankaların bu tutumu için yardım istedi. Birkaç kez ısrar edip “kredi alamazsam zor durumda kalacağım” deyince Unakıtan’ın yanıtı kısa ve net oldu. Hem de onlarca kameranın önünde hiç çekinmeden: “Niye zor durumda kalacaksın ki. Her zaman 70 işçiyle çalışılmaz ya. İŞÇİ ÇIKAR”
Şimdi “kimse kusura bakmasın” demeden ve açıkçası kimin hangi kusura baktığını önemsemeden şunu söylemek zorundayım: Benim önümde bu ve hergün onlarcası tekrarlanan benzerleri dururken ne sermayeye ne de onun güdümündeki siyasete inanmam."
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)